Küresel krizin etkileri Avrupa’nın refah devletlerinde de tüm şiddetiyle hissediliyor. İşverenlerin aldığı “en önemli tedbir” işten çıkarma. Sendikalar hareketli. Sendika binaları...

Küresel krizin etkileri Avrupa’nın refah devletlerinde de tüm şiddetiyle hissediliyor. İşverenlerin aldığı “en önemli tedbir” işten çıkarma. Sendikalar hareketli. Sendika binaları önünde kalabalıklar toplanıyor. O kalabalıklara karışan, mikrofon uzatan meslektaşlarımız, gazeteciler... Onlar da gelen işsizlik dalgasının hedefinde. Yüzler, binler işten çıkarılıyor.

Bir okurum krizin fırsat olduğunu anımsatıyor, geçen yazıma gönderdiği yanıtta. “Koç grubu da önünü göremiyor demişsiniz. Bu kriz nakit birikimi olan gruplar için fırsat olacak. Varlıkları ucuza kapatacaklar” diyor.

Krizi fırsata dönüştürebilmek için de elde avuçta bir şeylerin olması gerekiyor. Yoksullar bu krizden bir fırsat çıkaracaksa, o ancak örgütlenmelerini güçlendirip yaygınlaştırmak, dayanışmalarını pekiştirmek olacaktır. Bu, uzun vadede, hiç de az birşey değil.

Sokaklar hareketleniyor. Dünyanın her yerinde. Bu arada, Türkiye sokaklarındaki kıpırtının yansımaları da Avrupa’ya kadar uzanıyor. Linz’de, Viyana’da yıllar önce buralara gelen Türkiyeli işçiler hem yaşadıkları kentleri saran durgunluktan hem de Türkiye’ye çarpan kriz dalgalarından endişeli. Ankara’daki Alevi mitingi heyecan yaratmış buralarda. 29 Kasım’da yapılacak KESK, DİSK mitingi de şimdiden konuşuluyor kimi kebapçılarda.

Telefonuma “öğretmenler günü” kutlama mesajları düşüyor. Ücretleriyle geçinemeyip ek işler yapmak zorunda kalan öğretmenlerden. İşsizlik dalgası ek işlerin de yok olması demek. Hükümet vatandaşın sıkıntılarını küçümseye dursun, işlerini kaybetmeyenleri de zor günler bekliyor.

Sokaklar hareketleniyor. Kriz karşısında yapılacak en doğru şey de bu. Emekçilerin sorumlusu olmadıkları bir krizin bedelini ödemeye razı olmamaları! DİSK/Dev Sağlık-İş, SES ve TTB hastanelerin özelleştirilmesi ve işten çıkarmalara karşı, güvenceli iş ve güvenli gelecek için Ankara"ya yürüyormuş. İstanbul, Kocaeli, Bursa ve Eskişehir üzerinden sürecek yürüyüş, Ankara"da 29 Kasım’da düzenlenen “Krizin Bedelini Ödemeyeceğiz!” mitingine katılımla sona erecekmiş. Buralarda karşılaştığım artık çoktan konuk olmaktan çıkmış memleketli “konuk işçiler”e bunları anlatıyorum.

İşçi dünyanın her yerinde işçi. Türkiye’de dillendirilen ve 29 Kasım’da Ankara sokaklarında haykırılacak talepler her işçinin yüreğini kıpırdatıyor: “Kriz karşısında öncelikle çalışanların geleceği güvence altına alınmalı, iş ve yaşam koşulları insanca yaşanacak bir düzeyde tutulmalıdır. Devlet yurttaşlarına güvenli iş, güvenli gelecek sağlamakla mükelleftir. İşten atılmalar yasaklanmalıdır. Kapitalizm krize girmeyince de kronik işsizlik üretmektedir. Bu nedenle çalışma süreleri, dinlenme ve yemek süresi dahil haftalık 40 saate düşürülmelidir.”

Öte yandan, umutsuzluk da var havada. Özgüven eksikliği, karamsarlık. Sokakların artık güçten düştüğü, enerjisi kalmadığı saptamaları duyuluyor sık sık. “Eğitim ve sağlık parasız olmalıdır; halkın temel taleplerinden olan elektrik, su, doğalgaz vb’nin ise asgari ücretle çalışan açlık sınırı altında geliri olanlara ücretsiz sağlanması için mücadele edilmelidir. Herkese barınma hakkı tanınmalıdır. İşçi ve emekçiler için devlet konut vermelidir” talepleri iyi de, “olmaz bunlar” diyenlerin sesi daha bir baskın çıkıyor, yazık!

29 Kasım 2008 tarihinde Ankara’da yapılacak “Krizin bedelini ödemeyeceğiz” mitingine en yoğun şekilde katılınması yalnızca yönetenlerin, iktidarın uyarılması için, onlara emekçilerin seslerinin duyurulması için değil, aynı zamanda işçi ve emekçiler arasında yaşanan özgüven krizinin aşılması için de önemli.

Sadece son 2 ay içerisinde 50 bine yakın sendikalı işçi işten çıkarıldı. Aynı dönem içinde çok sayıda esnaf da ekonomik durgunluk ve borçlar yüzünden dükkânını kapatmak zorunda kaldı. 2008 yılının ilk on ayında 41 bin dolayında şirket ve dükkân kapandı. Gerçek işsizlik oranı yüzde 18’lerde. Doğalgaza yüzde 72, elektriğe yüzde 57, temel gıda maddelerine ise yüzde 50 düzeyinde gelen zamlar herkesi ciddi bir geçim kaygısına sürükledi. İnsanlar kredi kartı borçları yüzünden akıl sağlıklarını yitiriyor.

Şimdi, KESK’in, DİSK’in, bizi 29 Kasım’da Sıhhiye’ye çağıranların sesine kulak verme zamanı: “Bugüne kadar yaşadığımız deneyimler göstermiştir ki, geniş toplumsal kesimlerin talepleri dışlanarak, sermaye kesimlerinin çıkarları doğrultusunda hazırlanan kriz reçetelerinin hiçbirisi kalıcı bir çözüm üretememiştir. Krize çözüm üretmek adına uygulamaya konulan her tedbir, bir sonraki krizin nedeni olarak ortaya çıkmıştır. Yaşadığımız bu kısırdöngünün farkında olan emekçiler, 2001 yılındaki krizde, IMF programına karşı, Emek Platformu çatısı altında ortak bir ‘alternatif program’ ortaya koymuş, ne yazık ki, hükümet bu programı ciddiye almamıştır. Krize emekten yana çözüm üretmek isteyenleri görmezden gelen dönemin iktidarının ve sonrasındaki AKP iktidarının Türkiye’yi sürüklediği nokta maalesef yeni bir kriz olmuştur. Türkiye"nin aynı hataları defalarca yineleme lüksü yoktur.”

O halde, sokakların hareketlenmesi gerek. 29 Kasım’da Ankara’da Sıhhiye Meydanı’nda olmak gerek.