Kılıçdaroğlu’nun “bu düzenin kurucusu sarayla müzakere edilmez, mücadele edilir” mesajı önlerine düştüğünde, bir yandaş kanalın birbirinden kıymetli gazeteci ve yorumcuları havanda su dövüyor, ben de göz ve kulak ucuyla onlara takılmış eğleniyordum. Birden heyecanlandılar, canlandılar. Mesajı ekrana yansıtıp masaya yatırdılar, otopsiye başladılar.

Yaşasın! Gümbür gümbür geldiği konuşulan muhalefetin lokomotifi CHP’de bir çatlak işte. Kanırt, kanat, buradan yürü…

Onlar kanırta dursun ben savaş karşıtı Rus Marksist Boris Kagarlitsky’nin Putin’in kendisini tıktığı cezaevi hücresinden yazdığı elimdeki makaleye döndüm: “Bugünün Rus hapishanelerinde, refah ve maddi açıdan iyi bir hücrenin belirtisi genellikle bir buzdolabı ile birlikte verilen televizyonun varlığıdır. Benim için televizyon, zevk kaynağından ziyade işkence kaynağı.

Kagarlitsky televizyonun yine de bir işe yaradığını, “zeki, sakin ve anlaşılır bir şekilde, çok nazik, hoş bir gülümseme eşliğinde ve dostça” sunulan tartışma programlarında iktidarın politikalarına nasıl rıza üretildiğinin tüm çıplaklığı ile görüldüğünü söylüyordu.

Şimdi bize lazım olan da bu: “zeki, nazik, hoş bir gülümseme eşliğinde ve dostça” muhalefetin nasıl ve neden başaramayacağını, nerede ve ne zaman kendi içinde parçalanacağını, iktidarın nasıl toparlanıp memleketi düze çıkaracağını anlatmak!

Sebahattin Ali’nin, Kürk Mantolu Madonna’da, kahramanı Raif’e söylettiği, “Vakaları bana olan nispetleri bakımından değil, kendi ehemmiyetleri bakımından kıymetlendiriyordum” cümlesinden çok etkilenmiş ve onu kendime ilke edinmişimdir.

Bugün, kim yerel seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı manzarayı, muhalefetin tümü ve memleketin geleceği için önemiyle değil de, şahsıyla olan ilişkisi üzerinden değerlendirirse, bu manzarayı yaratan her şeye ve ülkeye ihanet eder!

Genel olarak seçim sonuçlarını yaratan toplumsal muhalefetin ve onun öne çıkmış öznesi CHP’nin tarihsel sorumluluğu, “ben” ve “bu bana nasıl yarar” demeden, “vakaları kendilerine olan nispetleri bakımından kıymetlendirmeden”, 10. Yıl Marşı’nın o muhteşem dizesini bir hedef olarak koyup “imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle” olmak için yürümektir.

Seçim sonuçlarının ortaya çıkardığı toplumsal enerjiyi laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti için örgütlemektir!

Muhalefetin hemen tüm kesimlerinin cumhurbaşkanlığı öncesi rejimin niteliğine ilişkin yaptığı saptama (otoriter bir tek adam rejimi) değişmediyse, kuşkusuz bu düzenin kurucusu sarayla müzakere değil, mücadele edilecektir.

Toplumsal muhalefet, toplumsal eylem ve mücadeleyi yükseltmek mutlaka öncelenecek, ancak, belli koşul ve biçimlerde “müzakere”nin de mücadelenin bir parçası olduğu unutulmayacaktır!

Kılıçdaroğlu’nun mesajını Erdoğan’la görüşme öncesi Özel’e takılan bir çelme olarak okumayı doğru bulmam. Niyetlerden bağımsız olarak, tam tersine, görüşme öncesi Özel’in elini güçlendirecek bir mesaj olarak okumayı yeğlerim. Tıpkı zaman zaman Amerikalıların muhataplarına baskı için kullandığı “Başkan böyle düşünüyor ama bir de senato, temsilciler meclisi var!” gibi.

Özel, şimdi, Saray’la hangi tonda, nasıl ve ne konuşmasını bekleyen bir kitlenin varlığını da hissettirip göstererek gidebilir konuşmaya. Anayasa tartışılamayacağını, önce bazı adımların atılması gerektiğini daha net ve sert söyleyebilir. Ne konuşulursa tüm şeffaflığıyla halkla da paylaşacağını baştan ilan ederek el yükseltebilir. Eski başkanının mesajını bunun için kullanabilir.

Önümüzde kendi başlarına kıymetli bir zaman ve olaylar var, onları kendimizle olan ilişkileri bakımından kıymetlendirerek harcamayalım!