Doksanların başında çocuktum. Kan ve gözyaşını günlük hayatın sıradanlığında yaşayanlardan değil, çocuk olmanın gerektirdiği sıkıntıları yaşama...

Doksanların başında çocuktum. Kan ve gözyaşını günlük hayatın sıradanlığında yaşayanlardan değil, çocuk olmanın gerektirdiği sıkıntıları yaşama hakkı tanınanlardandım. Yaşımdan büyük bir kederim yoktu. Düş kurma özgürlüğüm elimdeydi. Üç tarafı denizlerle çevrili memleketin bir tarafındaki o karanın, toprak parçasından ziyade, büyük acıların koyu hüznü olduğunu henüz öğrenmemiştim. Ölüm, dünyanın sonu gibi uzak bir mesele; yaşamak, uğruna savaşılması gerekenden çok, insan olmanın doğal bir hakkı gibiydi. Eli silahlı adamların ev basıp, çoluk çocuk, ihtiyar sakat demeden duvara dizdikleri gecelerim olmadığı için, yatağın altından çıkıverecek hayaletlerden korkardım ancak. Büyüklerin leş dünyasında çoktan  umutlarını çaldırmışken doğudaki yaşıtlarım, benim için sarı saçlı bir kadındı sadece Tansu Çiller.

***

Türkiye’nin en karanlık dönemlerinden biri olan doksanlarda, siyaset sahnesinin en unutulmaz rolü ondaydı. Türkiye’nin ilk kadın başbakanıydı ve sarı saçlarından sadece kendi değil, yaşananlara sessiz kalan herkes suçluydu. Katliamlar, suikastlar, kayıplar, faili meçhul cinayetler; Kürt işadamları listesi, DEP milletvekillerinin Meclis’ten yaka paça atılması, köy boşaltmalar... O yıllarda Türkiye dendi mi ortaya çıkan büyük resmin parçasıydı her biri. Doksanların çocuklarına bırakılacak kanlı tarihin inşasında, özenle sıralanıyordu nefret dolu tuğlalar üst üste. İşte geçen gün, Tansu Çiller’e bu duvar soruldu. Nefret tuğlalarıyla döşeli duvarın harcındaki payı arandı.

***

Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun 28 Şubat alt komisyonuna konuştu Çiller. Öldürülecek Kürt işadamları listesini neden açıkladığı soruldu kendisine. Hedef göstermek için değil, “korkmayın, devlet olarak arkanızda ben varım mesajı vermek içindi” dedi. Oysa gayet net bir şekilde “onlardan hesap soracağız” dedikten sonra Bolu-Sapanca-Hendek, listede adı geçen işadamlarının ardı ardına öldürüldüğü bir cinayet üçgenine dönüşmüştü. BDP Milletvekili Pervin Buldan’ın eşi Savaş Buldan da öldürülen işadamlarından biriydi. İstanbul Çınar Otel’in kapısında polis yelekli kişiler tarafından kaçırıldıktan sonra Bolu’da bulunmuştu cesedi. Çiller, komisyon üyeleriyle birlikte yalısına gelmek isteyen Pervin Buldan’ı kabul etmedi. İnsanın gözünün içine baka baka yalan söylemenin zorluğu hakkında düşünmüş olmalı.

***

Cinayetlerin hesabını sormaya gelince... Çiller önce “ben de anayım” kartını kullandı. Zalimin ana olunca da zalim olabileceği gerçeğini bir kenara koyarsak, suçluluk duygusuyla topa giren duygusallığından sıyrıldıktan sonra komisyon üyesi Sırrı Süreyya Önder’in konuyla ilgili “ne gibi bir soruşturma yaptırdınız” sorusu karşısında da topu taca attı. Çete neymiş o nereden bilirmiş. İçişleri Bakanı’na sormuş, o da “onlar birbirini öldürüyor” demiş. “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” diye kükreyişi daha dün söylemiş gibi taptazeyken, hafızamıza hakaret eden bu masum abla performansı alkışı hak ediyor doğrusu. Savunmasında masumluğunun yanına, “işadamlarının adlarını ilk kez duymuştum, yeniydim” diyerek acemiliğini de ekleyen Çiller için üzgünüm. Doksanlı yılların cinayetlere, suikastlara, katliamlara kurban gitmiş, işkence görmüş binlerce mağduru varken buradan ona mağduriyet değil çıksa çıksa drama kraliçeliği çıkar.

***

 

Çocuktum. Evden öpe koklaya gönderdikleri babaları, işkenceyle öldürülerek bir ağaç dibine bırakılmış yaşdaşlarımla tanışmamıştım henüz. Tansu Hanım, komisyonda da beyan ettiği üzere, anne olduğu için çocukların büyüdükleri zaman, geçmişte arkalarından çevrilen dolapların hesabını sorduğunu iyi bilir. Ülkenin utanç mirasçılarından biri olmadan önce bunu etraflıca düşünebilmiş olsaydı eğer, bugün hükümsüz yaşlarla doldurduğu gözlerini kimseden kaçırmak zorunda kalmazdı.