Ayıptır, hatta günah bile sayılır. Bizde gidenin arkasından konuşulmaz. 2011 gidiyor işte ve geri dönmeyecek asla.

Ayıptır, hatta günah bile sayılır. Bizde gidenin arkasından konuşulmaz. 2011 gidiyor işte ve geri dönmeyecek asla. Kesin ölüm hali bu onun için. O halde arkasından konuşmamak gerek. Gelin görün ki, 2011 olunca giden, arkasından konuşmamak hiç de kolay değil.

Öyle keyifli olmuştu ki gelişi kimileri için. Davul zurna ile, halaylarla karşılanmıştı. Tüyler ürperten dehşet hikâyeleri ile anılan bir örgütün; domuz bağları ve mezar evlerle tanınan bir teşkilatın Türkiye sorumlusundan tutun da Hacı İnan gibi sembolleşen isimleri, 2011’e merhaba dediğimiz 1 Ocak’ta bir yeni yıl hediyesi gibi salıverildiler cezaevlerinden. Pırrrrrrrr; uçup gittiler!

Kimileri için böyle özgürlüğe uçuş olarak başlayan 2011, başta gazeteciler olmak üzere, düşünen, konuşan, muhalefet eden başkaları için esarete uçuşun adı oldu.

Dün, önce Beşiktaş Adliyesi’nde Hrant’ın, ardından da Çağlayan’da Nedim’in, Ahmet’in, Soner’in ve ODATV davasında yargılanan diğer gazetecilerin duruşmaları arasında koşturmaya başlamadan yazıldı bu yazı. Keşke, şimdi nasıl sonuçlanacağını kestiremediğim gün keyifli bir kutlamayla bitmiş olsa Çağlayan Adliyesi önünde... Keşke, pıııııırrrrr diye özgürlüğe kanat çırpmış olsa meslektaşlarımız.

Lakin pek umutlu değilim bu 2011’den. O değil mi, Hizbullah sanıklarından sonra Susurluk çetesi sanıklarını da aleyhlerinde A. Çarkın’ın ifadelerinden başka kanıt yok diye tutuksuz yargılamaya karar veren? Keşke, aynısını Ahmet için, Nedim için, Soner için, tüm diğer gazeteciler yapsa da utandırsa beni.

Ama yok, bu 2011 sanki Türkiye’yi cezaevindeki gazeteciler şampiyonu yapmaya kararlı. Gider ayak, KCK falan deyip onlarca meslektaşımızı daha aldı içeri. Dışarıda, iktidara methiyeler düzen ve tutuklananları daha ifade vermeden terörist ilan eden diğer “gazeteciler”in utancını da bizim boynumuza sararak.

Arkasından konuşmaya başlamışken, sırf gazetecilere yaptıklarını sayıp bırakmak olmaz. Baksanıza, daha birkaç hafta önce birlikte Suriye’nin içlerine doğru bir açabilir miyiz, şöyle uzunca bir tampon bölge yapabilir miyiz diye kafa kafaya verdiğimiz Fransa’yla papaz etti bizi.

Bizi, Libya’da el ele yürüdüğümüz Sarkozy’nin gözüne Muhteşem Süleyman’ın esir Fransa kralına yardım sözü verdiği mektubunu sokmak, babasının Cezayir’de soykırım yaptığını anımsatmak zorunda bırakan da 2011 oldu.

Yine bu 2011 değil mi, “birader” diye kucakladığımız Kaddafi’yle, Esad’la bizi kanlı bıçaklı eden. Eden buluyor; işte o da geldiği gibi gidiyor, dönüşü olmamacasına.

Her türlü rezillik vardı bu 2011’de... Hatırlayın; yatak odalarına kadar girip, en mahrem ilişkilerini gözler önüne sererek, tam da bir seçim öncesi, MHP’nin kafasını tümden kopardı nerdeyse.

Yayınlanmamış kitabı toplayan da buydu, üniversite kapısındaki 1.5 milyona yakın gencimiz için şifreydi, kopyeydi diye tam bir kâbusa dönüşen de.

Kars’ta insanlık anıtını yıkan da, Kütahya’da siyanür havuzlarının bentlerini patlatan da, PKK eylemsizliğinin sonunu getirip karşılıklı ölümleri tırmandıran da 2011 değil mi?

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, devletin en gizli örgütlerinin en gizli sırlarını da ortaya döktü. Biz, sadece bizi dinliyor sanır ve buna katlanırken, o MİT’i de dinlediğini, devletin PKK ile canciğer kuzu sarması görüşmeler yaptığını seriverdi gözler önüne.

Van’ı önce 7.2 ile yerle bir ettiği yetmezmiş gibi bir de 5.2 ile vuran, soğuktan donan bebeleri sığındıkları çadırların soba ateşlerinde kavuran da o.

Komutanların tümünün istifasını alan, Jandarma Komutanı’na genelkurmay başkanlığı yolunu açan, TBMM’den taburu çekip polisi sokarak sivilleşmeyi doruklara taşıyan yine o.

Hopa’nın Metin Hoca’sını aramızdan alışını unutmayacağız tabii. Bin yıl geçse de gidişinin üzerinden ve bir daha hiç geri dönmeyecek olsa da, 2011, Metin Hoca ve Hopalı eşkıyalarla hatırlanacak hep.

Bizde gidenin ardından konuşulmaz, ama 0 olunca giden, az bile söyledim ve daha çok şey kaldı söylenecek!