“O  günü hiç unutmayacağım. İnsan, insanlığından utandığı bir günü nasıl unutur?” Bir...

“O  günü hiç unutmayacağım. İnsan, insanlığından utandığı bir günü nasıl unutur?”
Bir süre önce aşkla, heyecanla gözlerimin içine bakan adam gitmiş, yerine bir başkası gelmişti sanki. Birbirimizi tanımadan geçirdiğimiz yılların birikmiş hikâyelerini anlatıp şimdiki zamanda buluşmaya hazırlanırken, bu cümle uzun, acılı, öfkeli, kırgın bir sessizlik getirmişti sohbetimize. O günle ilgili hissettiklerini anlayamayacağımdan o kadar emindi ki... Beklemiyordu da... Ne benden, ne de bir başkasından... Çünkü, Sivas’ta yaşananlar onun için, her 2 Temmuz’da unutulmayacağı tekrarlanan bir olay değil, hayat hikâyesinin acı dolu bir parçasıydı.
•••
Eşim, 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta Madımak Oteli’nin önündeydi. Elindeki eğitim tüfeğiyle ve dehşetten büyümüş gözleriyle, ağzından köpükler saça saça içindeki kötülüğü haykıran, öldürmeye yeminli kalabalığın karşısında duruyordu. “Hepimiz acemiydik. Tekbir sesleriyle çığlık çığlığa bağıran insanların içinde, dehşete kapılmış bir şekilde, elimizde silah emir bekliyorduk. Biri gelip ‘tüfekten mermileri çıkartın’ diyor, bir diğeri gelip ‘niye çıkardınız’ diye azarlıyordu. İnsanlar çıldırmış gibiydi. Yüzlerindeki o korkunç ifade bugün bile tüm canlılığıyla gözümün önünde. Yangın başladığında itfaiye otele yanaşamasın diye ne yaptılar biliyor musun? Çocuklarını itfaiye kamyonunun tekerleklerinin altına attılar. Şoförleri araçtan indirip dövdüler. Ben o gün, binlerce katil gördüm. Bu unutulur bir şey mi? “O günü hiç unutmayacağım. İnsan, insanlığından utandığı bir günü nasıl unutur?” Sessizce oturduk bir süre. Ben ona, o önündeki kültablasına bakakaldı. Gri külleri sigarasıyla ittirirken aklından geçenlerle sessiz bir ortaklık kurdum. Bir gün, başından sonuna kadar anlattı yaşadıklarını. Ben sordum o döktü içini. Kızdık, küfrettik... Geçmiş hikâyelerimizi buluşturduktan sonra devam ettik yolumuza.
•••
Eşimin anlattığı otelin dışında olanlardı. Oysa, eşimden çok önce, 1999 yılında Madımak Oteli’nin içinden, acının kaynağından birisiyle kesişmişti yolum. Dört yıl boyunca aynı sınıfta kalem oynatmıştık. Sükunetli, az ve öz konuşan, güzel gülüşlü Serdar Doğan. Birbiri hakkında hiçbir şey bilmeyen sınıf arkadaşlarının hikâyeleri yavaş yavaş öğrenilir ya da duyulur oldu. Serdar’ın 2 Temmuz 1993’te kardeşiyle birlikte Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak üzere Sivas’a gittiği ve oradaki katliamda kardeşi Serkan’ı diğer aydın ve sanatçılarla birlikte kurban verdiğini öğrenmem uzun sürmedi. Ama ona bu konuyla ilgili tek bir şey bile sormadım. Ne sorsam, ne söylesem içi daha da yanacakmış gibi, gözlerindeki bulutlar sağanağa dönüşecekmiş gibi, onu daha da incitecekmişim gibi geldi... Belki de, o acı dolu günle ilgili anlatacaklarını duymaya hazır değildim.
O ya da bu nedenle, Serdar’ın o gün yaşadılarını, çok zaman sonra yüzyüze değil ama yine onun ağzından öğrenme fırsatım oldu. Milliyet’ten Devrim Sevimay’ın sorularına verdiği cevaplar bitmeyecek bir acıyı, üzüntüsü dinmeyecek bir kaybı ve göz göre göre gerçekleşen bir katliamı tüm açıklığıyla anlatıyor. Dün, 16. yılını geride bırakan Sivas katliamıyla ilgili gerçekleri öğrenmek için, Serdar’ın anlattıklarını okumak çok önemli.
•••
Madımak Oteli, hâlâ açık. Bir süre öncesine kadar altındaki lokantada et yeniyordu. Neyseki o ayıptan kurtulundu. Ama hâlâ müze olamadı! AKP, bu şartlarda samimiyetine inanmamızı beklediği Alevi açılımından söz ededursun, bizim yine unutmadık, unutturmayacağız, unutmayalım tarzı ağızda sakız olmuş açıklamaları dinleye dinleye midemiz bulanacak. Oysa...
“O günü hiç unutmayacağım. İnsan, insanlığından utandığı bir günü nasıl unutur?”