Ankara’da G-9 Gazeteciler Platformu adı altında bir arada hareket eden meslek örgütleri (TGS, TGC Ankara Temsilciliği, ÇGD, PMD,

Ankara’da G-9 Gazeteciler Platformu adı altında bir arada hareket eden meslek örgütleri (TGS, TGC Ankara Temsilciliği, ÇGD, PMD, FMD, EMD, DMD, PHKD, TURÇEV, AEJ Türkiye Temsilciliği ve Haber-Sen) Adliye Sarayı önündeydiler dün. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde telefonlarının dinlenip dinlenmediğinin araştırılması için savcılığa dilekçe verdiler.
Bu yıl, bir kez daha, 3 Mayıs’ı artık kutlayamadıklarını vurguladılar: “Ne yazık ki; cezaevinde gazetecilerin olduğu, bir gazeteci hakkında 500 yıl hapis cezaları istenen, gazetecilerin şiddete maruz kaldığı, demokratik bir hak olan greve katılan ATV-SABAH çalışanlarının yasadışı olarak işten atıldığı, bu süreçte yargı kararlarının patronlar tarafından hiçe sayıldığı, kamu kanalı TRT’nin iktidar yanlısı bir kadrolaşmaya kurban edildiği, Show TV gibi büyük medya kuruluşları dahil kimi yayın organlarında gazetecilerin ücretlerini alamadığı, siyasi iktidarın kendisini eleştiren gazetecileri ve medyayı hasım gibi gördüğü, Başbakanlık binasının ve Genelkurmay’ın akreditasyon uygulamaları ve iptalleri ile bazı meslektaşlarımıza yasaklandığı, yüzlerce gazetecinin işsizlik ve güvencesizlik cenderesinde yaşadığı bir ülkeyiz. Öte yandan, iyice yaygınlaşan telefon dinlemeleri gazetecilerin kaynaklarıyla iletişimini ‘tehlikeli’ işler sınıfına sokarken bütün toplumun iletişim özgürlüğünü de yok ediyor” diyerek.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1993 yılında 3 Mayıs’ı Dünya Basın Özgürlüğü Günü olarak ilan ederken, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 19. maddesine dikkat çekerek, “bağımsız, çoğulcu ve özgür basının tesis edilmesi, korunması ve geliştirilmesinin; ekonomik kalkınma ve bir ulusta demokrasinin korunması ve geliştirilmesi için şart olduğu” gerçeğinden hareket etmişti. 19. madde, “herkesin düşünce ve ifade özgürlüğüne sahip olduğu; bu hakkın, hiçbir müdahale olmaksızın düşünce sahibi olma özgürlüğünü, bilgi ve kanaatleri herhangi bir iletişim aracıyla ve sınır tanımaksızın araştırma, elde etme ve yayma hakkını içerdiği”ni vurgular.
O madde ışığında, Türkiye’nin şu son üç ayına baktığımızda (Ocak-Şubat-Mart 2010) nasıl iç karartıcı bir tablo ile karşı karşıya olduğumuz görülüyor. BİA’nın Medya Gözlem Raporu, yılın ilk üç ayında toplam 216 gazeteci, yazar, yayıncı, karikatürist, siyasetçi ve yurttaşın düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilecek davalardan yargılandığını ortaya koyuyor. Bu, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 100’lük bir artış demek. Geçen yılla kıyaslandığında TMY sanıklığında 6,5 kat artış olmuş! AİHM’in ifade özgürlüğünün kısıtlandığı gerekçesiyle Türkiye’ye verdiği cezalardaki artış da yüzde 100. Nasıl demokratikleşmişiz ama!
Gazetevatan.com sitesi yayın yönetmeni Aylin Duruoğlu ve Devrimci Hareket dergisi çalışanı Mehmet Yeşiltepe 10 aylık tutukluluktan sonra ilk duruşmada tahliye edildiler, ama biz geç gelen tahliyenin ceza olduğunu hâlâ öğrenemedik. Ergenekon davasında yargılanan gazetecilerin tutukluluğu 1.5 yılı geçiyor.
Gazetecilerin ifade ve basın özgürlüğü mücadelesinin kendileri için verdikleri bir kavga olmadığı bilinmeli. Bu, halkın haber alma hakkı, herkesin doğru bilgiye ulaşması ve demokratik bir toplumda yaşaması için yürütülen bir kavga.
Bu kavgayı yürütürken, çuvaldızı kendisine batıran da az değil gazeteciler arasında. Beni de onlardan sayabilirsiniz. Evet, basın özgürlüğü istiyoruz; ama bu abartma, atma özgürlüğü değil kuşkusuz.
BirGün’ün pazar günkü manşeti mesela; “500 BİN EMEKÇİ VARDIK / TAKSİM MEYDANINA GİRDİK”. Taksim’deki kalabalık, manşetteki sayının yarısı kadarken “500 bin” demek, olsa olsa kendi güvenilirliğini yok etme özgürlüğüdür. Birkaç gün önce Gerze’de santral karşıtı yürüyüşte 7 bin kadar insan varken, 20 bin demek de aynı şey.
Burası, bedelini ödemeye hazır olanların her şeyi söyleyebildiği bir ülke. Bu gazeteyi bedel ödemeyi bilenler çıkarıyor. “BirGün yazdıysa doğrudur” ilkemizi unutursak, bedeller boşa gider. Basın özgürlüğü isterken, özgür basına gölge düşürmeyelim!