Yönetmen Güveloğlu “İşçinin işçi olması yetmiyor, yüceltmesi de gerekiyor. Bir beyaz yakalının konumunu kişisel gelişiminin bir parçası olarak da görmesi bekleniyor” diyor.

Tülin Özen ve Saim Güveloğlu Terörizm’i anlattı: Sistem gözümüzün yaşına bakmaz
Fotoğraf: Zorlu PSM

Sarya TOPRAK

Presnyakov Kardeşler’in 2000 yılında kaleme aldığı Terörizm oyunu, Saim Güveloğlu’nun yönetmenliğinde günümüz Türkiye’sine uyarlandı.

Bahçe Galata imzalı oyunda Tansu Biçer, Tülin Özen, Bilgesu Akın, Defne Koldaş, Derya Şahan, Fatih Sevdi, Semih Ali Aksoy, Tolga Güneş ve Zeynep Çötellioğlu yer alıyor. Oyunda günümüz insanının kaygıları, umutsuzlukları, yabancılaşması berrak bir biçimde kendini gösteriyor. Yönetmen Saim Güveloğlu ve oyuncu Tülin Özen Bahçe Galata’yı ve Terörizm oyununu BirGün’e anlattı.

Bahçe Galata'dan bahsedebilir misiniz?

Saim: Bahçe Galata, Tülin ve Tansu’yla beraber dilediğimiz gibi, bağımsız şekilde tiyatro yapabilmek için kurduğumuz bir yapı. Aynı zamanda oyunculuk derslerini de yürütüyoruz. Bu sene bir tane kısa film yaparak sinema üretimini de başladık. Bütün bunların ötesinde ikinci evimiz, buluşma mekanımız, bizi daha fazla üretmeye teşvik eden yuvamız diyebilirim.

Tülin: Bahçe Galata başlangıçta kendimiz için oluşturduğumuz bir atölye gibiydi. Sonra oyunlarla, derslerle, başka insanların da gelmesi ve hayallerini anlatmasıyla git gide kendi başına, kendi dili olan bir yer olmaya başladı. Genlerinde bizler varız kesinlikle, ama artık kendi başına davranabilen bir yer haline geldi neredeyse...

Bu oyunu uyarlama fikri nasıl ortaya çıktı?

Saim: Festivalde yapmak için pek çok oyun okudum. Terörizm birkaç yıl önce yine gündeme getirdiğimiz bir oyundu. Türkiye’deki cinnet haliyle oyunun dünyasının örtüştüğünü düşünüyordum. Teknik anlamda kalabalık bir oyun yapma motivasyonumuz da vardı. Bunlar bir araya gelince Tansu ve Tülin’le beraber oyunu yapmaya karar verdik.

Tülin: Uyarlamanın tam olarak kuralları nedir bilmiyorum ama oyunu Saim dediği nedenlerle  seçtikten sonra biraz daha günümüze çekme, sosyal medyanın kişiye etkisi ve  etrafımızdaki sorunların çözümlerini ‘kendimizi geliştirerek’ aramamızı telkin eden söylemlere duyduğumuz şüpheyi de katarak sahneleri bazen ufak, bazen biraz daha hacimli biçimde değiştirdik.

Tülin Özen
Oyuncu

Oyunun başından sonuna kadar pembenin tonları kullanılmış. Neden pembe?

Saim: Yorumumuzun temelinde tükenmiş (burnout) insanların iyi hissetme (wellness) çabası var. Kişilerin gerçek benlikleriyle sundukları benlikleri arasındaki farkı vurgulamak için beyazlar içinde toz pembe bir sahne tasarladık.

5 farklı hikaye var fakat hepsi bir noktada ortaklaşıyor. Neden böyle bir olay örgüsü tercih ettiniz?

Saim: Olay örgüsü yazarların tercihi. Toplumu sarmalayan cinnet halinin her katmana yayılmış olduğunu vurgulamak için bu tercihi yaptıklarını düşünüyorum.

Oyunda sistemin içinde hapsolmuş kendine de çevresine de yabancılaşmış karakterler görüyoruz. Bu kısımdan bakınca günümüz dünyasına dair bize ne anlatıyor?

Saim: Kendisine fazla hapsolmuş çevresine duyarsız karakterler demeyi tercih edebilirim. Bir yabancılaşmadan çok zehirlenmeden bahsedebiliriz sanki. Kendisiyle o kadar meşgul olmuş, kendisini o kadar geliştirmeye çalışmış ki bütünüyle değersiz hissetmeye başlamış. Bugün için hepimize tanıdık durumlar.

Tülin: O kadar kendini de sunman gereken bir sistem var ki. Bunu bile kendi tarzınla değil de sana sunulan filtrelerle, şablonlarla, sana verilen puanlarla, rakamlarla, o sırada popüler olan konularla yapıyorsun. Belki tarihin her aşamasında vardır bu baskı, ama şu anda her telefonu eline aldığında gördüğün bir istatistiğe dönüşmüş durumdasın. Bu da oyunda anlatılan ofis, ev, kamusal alan yani her yerde seni tehdit ediyor tabii ki.

Bize bu sistemin içinde debelenirken hayatımızı güzelleştirmek sadece kendi elimizdeymiş hikayesi sistem tarafından öğütlenir hep. Bu mesele oyunda da çok net bir biçimde aktarılıyor. Sistem iyi beslenerek, çok çalışarak, spor yaparak "mükemmel" insanlar olmamıza müsaade eder mi?

Saim: Sistem müsaade eder mi bilmiyorum ancak böyle bir çabanın insan için uygun olmadığını düşünüyorum. Ötekine kendini açmak, dayanışma içinde olmak türümüz için çok daha iyi bir yaşam vaat ediyor bize.

Tülin: Sistem dediğinizin kendini büyüterek devam ettirmek üzere hareket eden bir yapı sanki. Arada tıkanacağını , yeni yollar bulması gerektiğini bilen, bunun için de gerekirse binlercemizi gözden çıkarabilen bir yapı. Benim kilomla beni düşündüğü için uğraşacağını sanmıyorum. İnsanlık aslında  bilimle, sanatla, özgürlük mücadeleleriyle ilerlediği için sistem de dilini yeniden üretmek zorunda kalıyor. Hatta bunlardan işine gelene daha da fazla sahip çıkarak kullanıyor.

Saim Güveloğlu
Yönetmen

Günümüz dünyasında başımıza ne felaket gelirse gelsin nefes alamadan sorumluluklarımızı yerine getirmek zorunda kalıyoruz. Oyunda da benzer bir durum görüyoruz. Kapitalizmin ve baskıcı iktidarların bu 'zorunda kalma durumuna' etkisi nedir?

Saim: Sorumluluklarımızı sadece yerine getirmemiz değil onları sevmemiz, yüceltmemiz, hatta onlara aşık olmamız da bekleniyor. Bir işçinin işçi olması yeterli değil, işçi olmayı yüceltmesi de gerekiyor. Bir beyaz yakalının var olan konumunu kişisel gelişiminin bir parçası olarak da görmesi bekleniyor. Bu elbette neo-liberalizmin bir sonucu.

Oyunda sürekli kendini hissettiren bir kaygı duygusu var. 'Modern insan' artık kaygısız bir hayat sürebilir mi?

Saim: Modern zamanlardan önce de kaygı duygusu sürekli varmış. Bugün değişen belki de bunu büyük ölçekte yaşıyor olmamız. Artık her şeyden haberimiz var, kendi köyümüzle sınırlı değiliz. Yaşanan her terör eyleminden, her sömürüden haberdarız. Bu farklı türde bir kaygı üretiyor olabilir. Bir diğer farklılık da kaygıyla olan savaşımız. Kaygı bazen olumlu etkileri de olabilecek, insana ait bir duygu. Ancak bugün negatif olanın kovulmaya çalışılmasından kaygı da nasibini alıyor. Oysa mutluluk gibi kaygı da son derece olağan.

Tülin: Kaygılarımız, korkularımız var. Hayatta kalma becerimiz de buradan geliyor. Bu yüzden onlarsız olmaz diye düşünüyorum. Ayrıca bu duyguları sistem çok güzel manipüle edebiliyor. Bu yüzden hiçbir düzen, bunları düşük seviyede tutmamız için bir söylem üretmez diye düşünüyorum.

Sistem, iktidar, kaygı, yabancılaşma, korku... Tüm bu faktörler varken umutlu olabilmek nasıl mümkün olur?

Saim: Ben kendi adıma umutlu ya da umutsuz değilim. Umut beslemeye ihtiyacımız var mı onu da bilmiyorum. Belki kötümser olmamak olumlu bir duruş olabilir. Yine kendi adıma, üretmeye ve bunları insanlarla paylaşmaya çalışıyorum. Yönettiğim oyunlarla ve filmlerle insanlarla diyalog kurmak, oyunculuk derslerinde oyuncularla bilgilerimi paylaşmak, dostlarımla dayanışma içinde olmak, iktidarı ve hiyerarşiyi hayatımdan uzak tutmaya çalışmak… Yapabileceğimi yapmak, küçük direniş ve nefes alma alanları oluşturmak… Bana umut veren şeyler bunlar.

Tülin: Umut derken neyi kastediyoruz bilmiyorum. Sonuçta yok olacağımızı bildiğimiz bir evrende yaşıyoruz, bunu düşününce umut yok. Fakat diğer yandan açan her çiçekle de mutlu oluyoruz. Bunu düşününce umut hep var. Genel olarak birbirimiz için ve de kendimiz için var olduğumuzu söylemek, diğerlerinin bunu eşit bir yerden duyması ve de bizim de diğerlerini eşit bir yerden duymamız hayvan, bitki , insan ayırmadan hepimize adaletli ve iyi geliyor onu biliyorum.