Sefilliğimizin her geçen gün bambaşka boyutlara taşındığı, her yarınımızın dünümüzden daha fakir geçtiği fantastik bir yerdeyiz. Ama buraya bir günde gelmedik tabii. Israrlı, deneysel, bilime uzak yaklaşımların sonucunda buradayız. Emniyet kemeri takmayan taksicinin kullandığı araç kaza yaptı. Şoför dahil tüm yolcular ön cama fukara sümüğü gibi yapıştı adeta. “Ben kemer takmıyorum, kaza da yapmıyorum” cehaleti ile geldik bugünlere. Buradan sonrası artık dünyanın dibini görmek herhalde. Bir yandan gündelik yaşama dair ne varsa kaybettik, bir yandan ise her gün hayatta kalabilmenin bir şans olduğu bir ülkeye dönüştük. Tabii ki bir kısım yedi sekiz sülalesine yetecek kadar parayı hortumladı devletin imkanları sayesinde. Bir kısım dünyanın en lüks koşullarında, en güzel arabalarında, en pahalı ve görgüsüz kıyafetlerinin içindeyken; bir kısım da artık pazarlarda çürük meyve sebze peşinde. Her gün ısrarla akla ve mantığa ısrar eden bir kibirle her konuda her kararımız neredeyse yanlış verildi.

Yanlışlarımızı say say bitmez. Say say bitmeyen ölülerimiz gibi. Ülke korkunun, terörün, baskının, fakirliğin ve çapsızlığın eline geçti. Tüm tersaneleri olmasa da büyük bir kısmı, tüm dereleri olmasa da büyük bir kısmı, tüm dağları olmasa da büyük bir kısmı satıldı yabana. Bununla da yetinmedik, “Çöplerinizi bize verin” dedik. Memleketin kesilmiş tırnak atsan el ağacı çıkarabilecek verimdeki toprakları, tarım arazileri TOKİ’lendi… En güzel koylara çöküldü, en güzel denizleri ısrarla kurutuldu… Bütün bunlara “Durun, yapmayın” diyenler ise tepelerinde demir bir yumruktan başka hiçbir şey bulamadı. Kimisi biber gazı yedi kalbi durdu, kimisi öldüresiye dövüldü. Binlercesi ise depremde enkaz altında kaldı. Sorumlular ise sorumsuz bir şekilde gözlerini bile kırpmadan bu ihanete el verdiler, göz yumdular. Nasıl olsa halkımız idare eder dediler. Olmadı.

∗∗∗

Ülkece adaletsizlik, kanunsuzluk ve çaresizlik içinde hayatta kalmak için daha da kural tanımaz hale geldik. Birbirimize olan saygımızı, sevgimizi kaybettik. Ya bendensin ya kara toprağın diye diye kadınlarımızı öldürdük, birbirmizden nefret eder hale geldik. Tüm bunlar olurken, millete “sabır”, “nas”, ya da “naş” çekenler ise milyarlık araçlarının ısıtmalı koltuklarında, geç geç bitmeyen konvoylarında “itibardan tasarruf olmaz” deyip durdu. Bir simit ve ayrana 40 lira verir olduk. Şimdi 40 lira yazıyorum ama yarın daha da pahalı olacak bir simit ve bir ayran. Hiçbir şeyin gerçekleşmediği, hiçbir ilerlemenin gerçekleşmediği kurak bir ülkeye dönüştük yıllar içinde.

Ama hakkımızı da verelim. Aldığımız ve verdiğimiz kötü kararlar neticesinde iyi şeyler de oldu. Savunma sanayimiz ilerledi ama işte dron üreten şirketimiz yok ki dünyanın sayılı zenginleri arasında girelim. Fabrikatörler, bankalar kazançlarına kazanç kattı. Ama ne bankayız ne fabrikatör. Ne inşaat sektöründe kupon arazi kovalayanız ne de istakoz kıtlayan… İstakoz da aslında o kadar abartılacak bir şey değildi. Zamanında Marmara da bile vardı. Lüfer vardı, palamut vardı, uskumru vardı. Balık ucuzdu, balıkları da bitirdik. Tarlalarımız, meyvelerimiz, yemişlerimi vardı, şimdi onlara da imrenerek bakar hale geldik.

∗∗∗

Peki bütün bunları ben mi yaptım? Bütün bu olanlara biz mi sebep olduk? Bindiğimiz taksinin taksimetresi deli gibi yazıyor, şoförün ağzı bozuk, yolda ona buna küfrediyor. Köprüden geçsek köprü parası da bize geçiyor. Hani verdiğimiz vergiler bize yol, su, elektrik olarak dönecekti öğretmenim? Şarkılar henüz yasak değilken, gerçeklere yayın yasağı gelmemişken, devlet sansürü bizi gerçeklerden korurken bir daha son kalan gücümüzle dans edelim. Ben de sıkıldım yaşayamamaktan, hep hayatta kalmaya çalışmaktan. Oysa ne güzel hayallerim vardı, eve girenler hepsini çaldı. Bir şarkı sözüyle yazıma son veriyorum. Bir sonrakinde daha güzel şarkılar söyleriz umarım.

Hepimizin evine giren aynı hırsız

Bir de kafamızın tepesine s*çıyor

Herkesin bildiği her şeyi bilmeye

Görmezden gelmek deniyor