Shakespeare’in Hamlet piyesindeki ünlü repliğe gönderme ile:

To soften or not to soften, that is the question...” demeli herhalde?

Son yerel seçimin sonuçları belli olduğu andan itibaren, CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in inisiyatifi ile gelişen yeni durumun analizi yapılırken, en çok kullanılan kavram “yumuşama” ya da “bahar havası” olarak beliriyor.

Her ne kadar Özgür Özel, “Yumuşama demeyi doğru bulmuyorum. Ben normalleşme diyorum. Zaten normale dönülmesi, meselelerin çözülmesi anlamına gelir” diye biraz daha açıklık getirdiyse de, gerçekten de “yumuşama” tanımı daha yaygın kullanılıyor.

Oysa ki, ortada “yumuşamayı” gerektirecek bir durum, yani öyle bir gereklilik yok. Daha doğrusu, halkımızın üzerine bir kabus gibi çökmüş bulunan olağanüstü ağırlıktaki sorunları yaratan siyasi irade, yani “Şahsım Rejimi” (ŞR) ülke siyasetinin ya da karşısındaki muhalefetin “yumuşamasını”, başka bir deyişle tepkinin, öfkenin, protestonun sünmesini isteyecek tek odaktır.

ŞR’nin yıllardır gederek daha ağırlaşarak ve kronikleşerek hissetmeye başladığı, son seçimde de, en ileri derecede maruz kaldığı “köşeye sıkışmışlık ve yitmişlik hali”ne ilaç olacak bir şeydir “yumuşama...”

Hem, niye yumuşayacağız ki?

∗∗∗

On milyonlarca insanı açlık ve yoksulluk içinde yaşamaya mahkum eden, ülkenin bütün kaynaklarını, bütün bir halkın alın teri ve emekleriyle üretilmiş değerleri içeride ve dışarıda bir avuç tufeyliye, rantiyeye, hırsıza peşkeş çeken, kendi zevk ve sefaları içen vergilerimizi lüks harcamalara gömen iradeye karşı daha yüksek sesle ve daha “sert” muhalefet yapmak gerekirken, neden yumuşayalım ki?

ŞR’nin neredeyse tamamen kendine bağlı hale getirdiği yargı mekanizmasının, artık giderek daha az adalet dağıtan ve “adamına göre hüküm, çevresine göre hüküm” sisteminden zarar gören insanların sayısı atlanarak büyürken, Anayasa’ya, yasalara ve hatta Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı hareket eden, kararları tanımayan “saymeyyoz” mantığı ile AYM ve AİHM kararlarını yırtıp atan anlayış karşısında “yumuşamak”tan daha zararlı ve tehlikeli bir seçenek olabilir mi?

Can Atalay örneğindeki gibi, halkın seçtiği bir milletvekilinin bile AYM kararlarına (1 değil 2 karar) rağmen TBMM’ye girişinin engellenmesi, Silivri zindanında rehine tutulması, O. Kavala ve S. Demirtaş hakkındaki AİHM kararlarına adeta devlet eliyle “nanik” yapılması, hapishanelerde sırf siyasi hınç ve intikam uğruna, gazetecisinden akademisyenine, avukatından eski generaline kadar pek çok insana cefa edilmesi, “yumuşayalım belki çözülür” diye ihmal edilecek bir durum mudur?

Eğitim alanını, Anayasa’ya aykırı biçimde 1000 yıl öncesinin hurafeleriyle işgal etmeye çalışan “tarikat - cemaat düzeninin medrese kafasına” yem etmeye, yeni müfredat çalışmasıyla bu ülke milli eğitimini 100 yıl geriye çekmeye çalışan zihniyete karşı “yumuşamanın” getireceği tehlikenin farkında değil miyiz sanıyorsunuz?

Bir insanın en temel ihtiyacı ve hakkı olan sağlık hizmetini, “parası olmayanın satın alamayacağı” bir pahalı mal haline getirmenin yarattığı binlerce önlenebilecek ölüme karşı ses çıkarmamak, yani hizmeti alanın da verenin de artık tahammül edemediği bir çarpıklığa karşı sıkılı yumruklarla haykırmamak, asıl kendimize edeceğimiz en büyük kötülük olmaz mı?

Düşünce ve ifade özgürlüğüne vurulan prangalar, basın özgürlüğüne gece gündüz ateş edilmesi anlamına gelen kısıtlamalar, baskılar, yargılamalar, cezalandırmalar ve yasaklar, yumuşamak bir yana daha sert bir tonla kınanmayı, mücadele edilmeyi hak etmiyor mu?

Hür bir basının, hür düşüncenin, bilimsel özerkliğin, akademik özgürlüklerin savunulması, tam da bu süreçte “daha kararlı ve sert” bir mücadeleyi gerektirmiyor mu?

Yukarıda saydıklarıma ek belki yüzlerce farklı başlık altında sıralanabilecek “bu sorunlar yumağını üreten ve yaratan irade” yani ŞR’nin, tam da bu bu dönemde “Bakın, elimi uzattım. Yumuşamaya ihtiyacımız var” demesinin anlamı çok açık değil mi?

“Beni bu sıkıştığım köşeden kurtarın ki, başınıza daha da büyük belalar açayım” diye tercüme edilmeyi hak etmiyor mu?

∗∗∗

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in, arkasına aldığı ve partisi açısından 47 yıl sonra gelen gecikmiş halk desteğinin özgüveni ile, iktidara yani ŞR’ye gidip, bu sorunları hatırlatması ve çözümü için tavır alması elbette ki desteği hak eden bir durumdur.

Ama bu durumun, Özel’in bunu “partinin puanlarını yükseltmek ve partisini iktidara taşıyacak bir fırsat olarak görmesinin” çok ötesinde bir anlam taşıdığı da gerçektir.

Nitekim Özgür Özel, Çarşamba gecesi Habertürk TV’ye verdiği özel röportajda (mealen) “Emeklilerin ve öğretmenlerin sorununa çözüm üretirlerse, 18 ve 26 Mayıs’ta yapacağımız öğretmen ve emekli mitinglerinden vazgeçebiliriz” demesi, bu hatalı yaklaşımın bir ürünü değil midir?

Bunun yanına, aynı Özgür Özel’in, Can Atalay olayının ardından Ocak ayında yapmayı kararlaştırdıkları “Anayasaya Saygı, Adalet” mitinginden “şehit cenazeleri bahanesi ile” vazgeçmiş olmasını ve hâlâ bu konuda yeni bir adım atmamış olmasını, 1 Mayıs’ta aldığı ya da “alamayıp yarım bıraktığı” tavrı da koyarsak, “halkın kitlesel talepleri için kitlesel eylem” ihtiyacına nasıl “yarım” baktığının bir kanıtı değil midir?

CHP Genel Başkanı ve partisinin bu konudaki her olumlu adımını alkışlarken, her “eksik ve yarım” kaldığı noktada eleştirmek de hakkımızdır.