Hiç  kimse geçmişini satın alabilecek kadar zengin değildir...

Hiç  kimse geçmişini satın alabilecek
kadar zengin değildir...
Oscar Wilde

Yıl 1970...
Günümüzden 40 sene önce, Ankara futbolu 1. ligde sadece Ankaragücü tarafından temsil edilirken, 70’li yılların başları sarı-lacivertlilerin altın yılları idi. Başkent ekibi 1971–1972 sezonunda Türkiye Kupası’nı kazandı. O sezon Türkiye futbol tarihinde, ilk defa Ankara’dan bir kupa şampiyonu çıktı.
13 Mayıs 1972 de, Türkiye Kupası finalinin ilk maçında Altay Ankaragücü’nü 1–0 yenmiş, ama bir hafta sonra Ankara da oynanan rövanş maçında, Ankaragücü 3–0 galip gelerek Türkiye Kupası’nı kazanmıştı.
Bu maça Ankaragücü:
Aydın Tohumcu (Kaptan), Mehmet Aktan, Erman Toroğlu, Adnan Sezgin, Müjdat Yalman, Selçuk Yalçıntaş, Köksal Mesci, Metin Yılmaz, Melih Atacan, Çoşkun Süer, Abdullah Çevrim
11’iyle çıkmış ve sahadan Coşkun (2) ve Müjdat’ın golleri ile 3–0 galip ayrılmıştı.
Aynı sezon takım ligi dördüncü bitirdi...
•••
Yıl 1973...
O yıl ligi dördüncü  bitiren Ankaragücü, ligde oynadığı atak oyunu ile tüm futbolseverlerin beğenisini kazanmış, adı ‘Ankara Canavarı’na çıkmıştı. Ankaragücu ligdeki başarısının tesadüf olmadığını kupada da göstermiş, önüne çıkan rakiplerini birer birer yenerek yarı finale gelmişti.
Yarı finalde Ankaragücü’nün karşısında renkdaşı Fenerbahçe vardı...
Fenerbahçe camiası, bir taraftan şampiyonluğu kaçırmanın üzüntüsünü yaşıyor, diğer yandan ise kupayı kazanarak Türkiye’yi Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nda temsil etmeyi planlıyordu. Avrupa’da oynamak, kasalarına hayli yüklü miktarda gelir getirecek, kulübü maddi bakımdan rahatlatacaktı. Yani bu maç Ankaragücü için olduğu kadar, Fenerbahçe için de çok önemliydi ve Fenerbahçe İstanbul’daki maça bu hava içinde çıktı.
Muzaffer Sarvan’ın yönettiği maçta Ankaragücü Mehmet Aktan’ın (Konyalı Mehmet) attığı golle 1–0 öne geçmiş, ilk yarı bu skor ile kapanmıştı.
Fenerbahçe ikinci yarıya çok süratli ve istekli başlamış, ikinci yarının ortalarında kazandıkları penaltıyı Yılmaz Şen’in ayağından gole çevirerek beraberliği yakalamışlardı. Maçın ilerleyen dakikalarında oyun hayli sertleşmiş, kaptan Selçuk Yalçıntaş, Erman Toroğlu ve Metin Yılmaz’ın (Tatar Metin) oyundan atılması ile Ankaragücü maçta 8 kişi kalmıştı.
Bu dakikalarda Fenerbahçe’nin baskısı iyice artmıştı ama bekledikleri gol bir türlü gelmiyordu.
Fenerbahçe’nin tüm hatları ile Ankaragücü kalesine yüklendiği bir anda, Köksal Mesci, Konyalı Mehmet’in uzun pasını yakalayarak karşısındaki Cevher’i geçtikten sonra top kalecinin solundan ağlara yuvarlayarak maçın sonucunu tayin etti: Fenerbahçe: 1–Ankaragücü: 2 ...
Fenerbahçe’yi İstanbul’da 8 kişiyle yenen takımı Ankara’da binlerce taraftar karşıladı. Ankaragüçlüsü, PTT’lisi, Gençlerlisi, velhasıl tüm Ankara takımlarının taraftarları bu başarıyı alkışlamak için oradaydı. O gün orada bulunanlar, Ankara futbolunun tarihi bir gününe şahit oldular.
Baskın Soysal, Mehmet Aktan, Ismail Dilber, Erman Toroğlu, Müjdat Yalman, Zafer Göncüler, Metin Yılmaz, Selçuk Yalçıntaş, Melih Atacan, Köksal Mesci, Adnan Sezgin...
İstanbul’da Fenerbahçe’yi 8 kişiyle yenen o takımı, o yılları bilenler hiç unutmadı...
O takımı takım yapan, ‘Ankaragücü ruhu’ idi. Sonraki yıllarda dünya futbolunda bir ilki başararak, ikinci ligde oynadığı zamanlarda Türkiye Kupası’nı kazanmış olmasının temel nedeni de buydu zaten.
•••
Bazen insan başkasının ruhunu ararken kendi ruhunu teslim eder başkasına...
Sonra, zamanla ruhunu yitirdi o takım, tıpkı şehri gibi geldiğimiz çağın pespayeliğine yenik düştü. 90’lı yılların ortalarından sonra, her gelen sezon gideni aratır oldu. Kör karanlıkta güneşin doğmasını beklerken nice baharlar geçirdi kirli, hoyrat, arsız, paragöz ellerde. Bir zamanlar Ankaralıların hep birlikte haykırdığı “Gururluyuz Güçlüyüz” tezahüratı, yerini tribün gruplarına, rant kavgalarına, genetiği bozulmuş “tamamen duygusal” taraftarlık anlayışına bıraktı. Maç günleri stat dışında, üçe beşe satılır oldu maç biletleri. Zamanla giderek boşaldı tribünler, eski Ankara sevdalıları küstüler takımlarına. Yeni futbol nesilleri, o takımın bir zamanlar sahip olduğu ruhu asla bilemediler, bilenlerin ise yürekleri her daim kanadı. O şehrin futbol çocukları, uzak bir şehrin üç takımının abartılmış hikâyeleri ile büyürken, o şehri tribünlerden karşılıksız sevmiş taraftarlar, takımlarının ayağa kalkmasını bekledi nafile bir umutla, bekledi o ruhun geri dönmesini.
Ama olmadı. Zaman içinde, Türkiye futbolunun en köklü kulüplerinden birinin adı hafızalara yürek yakan bir hatıra olarak kazındı. Bilenlere, hikâyenin belleklerde yer etmiş aforizmalarından birini hatırlattı:
“Bazen hayat seni öyle zorlar ki, yolun başında kimdin... Unutursun.”
•••
Daha önce de yazmıştım, bazen takımlar da insanlar gibi hasta olurlar, yenik düşerler zamana. Futbol tarihini anlatan kitaplar, özünü, ruhunu, kimliğini kaybetmiş takımların hazin hikâyeleri ile doludur. O hikâyeleri bilenler eski bir takımı anlatırlar bilmeyenlere, takım ruhunu anlatırlar özlemle. Bazen takımlardan geriye sadece renkleri, sararmış solmuş fotoğrafları kalır bakarken insanın içini acıtan. Bazen gözün takılınca nicedir duvarda asılı çok eski bir takım posterine, bazen yedi tepeli şehirde oynanan bir lig maçında kimliğini, özünü, ruhunu yitirmiş, bitse de gitsek havasında toplama takımı izlerken, geçmişe özlem duyar insan, boğazına bir şeyler düğümlenir, acısı içine akar.
Bazıları sanır ki, para ile satın alınır o ruh, sanırlar ki gazaba uğramış kimsesiz bir takımın kalıntıları üzerine inşa edilen topyekûn toplama takım, eskinin ruhunu geri getirir. Sanırlar ki, takımları sadece renkleri takım yapar. Sanırlar ki, geçmişte olduğu gibi o takımı karşılıksız sevenler doldurur tribünleri.
Ummak ve beklemekle geçen bir ömürde, bazıları sanır ki her şey eskisi gibi olur bir gün...
Oysa Oscar Wilde’ın o güzel cümlesinde ki gibi;
Hiç kimse geçmişini satın alabilecek kadar zengin değildir...