Başlıktaki soruya S. Demirtaş’ın Barış Konferansı’na gönderdiği mesajdaki “Kürt sorununun çözümünde muhatap Sayın Erdoğan’dır” ifadesi neden oldu. Dün T24’te M. Sabuncu da mesajın “bu kez muhatabı farklı ikinci ‘bağra taş basma’ çağrısı olarak” okunup okunamayacağını sorup “Benim yanıtım evet” deyince, “muhataplık” üzerine düşünmek gerekti.

Erdoğan’ın muhataplığını “bugün itibarıyla devleti temsilen hükümetin başında” olmasına bağlayan Demirtaş’ın cümlesini bütünden soyutlayarak okumak yanlış olur. Ortada on yıllardır süren kanlı bir çatışma varsa ve çatışmanın taraflarını dışarıda tutarak konuşulamayacaksa, diğer “muhatap” olarak da Öcalan’ın anılması doğal.

Sabuncu, “ikinci bağra taş basma çağrısı” derken, 2019’daki ilk çağrının Erdoğan’ın zararına, bu seferkinin de yararına olabileceğini söylüyor.

Onu nasılsa “Yaşayıp göreceğiz…” ama ben bu “muhataplık” üzerinde durmak istiyorum.

Önce şunu not edeyim; “Kürt sorunu” demek Demirtaş gibi bana da sorunlu geliyor. Bir sorun varsa o aynı zamanda “Türk sorunu”, hepimizin sorunu. “Sorun” sorununu aşmak için “mesele” desem Attila (Aşut) Abi kızar, “O da sorunun Arapçası” diye.

Muhatap” da Arapçadan geliyor ve hitap edilen, konuşulan kişi demek. Hangi konuda konuşulan kişi olduğunu belirtmediğinizde pek anlamı olmuyor. Demirtaş’ın “Barış Konferansı”na gönderdiği mesajdaki cümle muhataplığın konusunu da belirtiyor: “Kürt sorununun çözümü!

Mesajın gönderildiği konferansa bakarak çözümden kast edilenin “barış” olduğu sonucuna varabilir miyiz, bilemiyorum. Ancak, çatışmasızlıkla barış arasında çok önemli bir fark olduğunu biliyorum.

Çatışmanın taraflarını muhatap alarak bir çatışmasızlığa varabilirsiniz. Ama bu, çatışmayı tetikleyen sorunların tümüyle çözülmesi ve çatışan tarafların bir başka düzlemde tam bir uyum ve uzlaşma içinde birlikte olmaları anlamına gelen barıştan çok farklı bir şeydir. Çatışmanın en küçük bir kıvılcımla yeniden başlayabileceği bir durumdur.

Barış ise, ancak tarafların geçmişin travmalarını da gölgede bırakacak, onları rahatça konuşulabilir kılacak parlaklıkta, dünden ve bugünden çok daha iyi olacakları bir ortak gelecek projesine ikna olup, kendilerini öncelikle o geleceğe bağlayarak tanımladıklarında ulaşılabilecek bir hedeftir.

Asıl olan o ortak gelecek olunca, dün söylenen ve yapılanlar da yeni çatışmalara neden olmadan ele alınabilir, geride bırakılabilir.

Söz gelimi bu pazar günü… Yani Erdoğan’ın Konya mitinginde staj ve çıraklık mağduriyetlerini dile getiren 50 kişinin susturulup gözaltına alındığı gün… İstanbul’daki Nevruz kutlamasında 75 kişinin terör propagandasından gözaltına alındığı gün… İşte o gün, Devlet Bahçeli de Erdoğan’ı muhatap alarak, “Kürt sorunu diye bir şeyin olmadığı Türkiye”de, onu “Yeni yüzyılın kurtarıcı lideri olarak görmek istediğini” söyledi.

Belli ki üzerinde anlaştıkları ortak bir gelecek, ortak bir “yeni yüzyılın Türkiye”si var ve gelecek konusunda anlaşınca dün söylediklerini de dünde bırakabiliyorlar!

Gelecekte birlikte yaşayıp yaşamayacağınız, birlikte yaşayacağınız Türkiye’nin nasıl bir Türkiye olduğu konusunda anlaşamadığınız ve birlikte tanımladığınız o ortak geleceğe bağlılığınız tam olmadığı sürece barışamazsınız!

Dün Çanakkale’de birlikte ölmüş olmak, etle tırnak gibi olmak, kısacası tarafların içerisinden her şeyi bulup çıkarabilecekleri dün, eşit ve özgür vatandaşlar olarak barış içinde birlikte yaşayabileceğimiz daha parlak bir gelecek konusunda muhataplık için yeterli olmuyor!

Konu yalnızca bir seçim ve çatışmasızlık değil de barışsa, “Muhatap kim?” sorusu bir başka önem kazanıyor!