31 Mart seçimleri yerel seçim de olsa etkisi -daha önce de olduğu gibi-, ortaya çıkardığı sonuçlarla ülke geneline ilişkin politikaların yeniden tartışılıp belirlenme gereğine kapı açıyor. Oy geçişleri çok şey anlatıyor.

Kamuoyu, Araştırma, Siyaset ve 2023-24 Seçimleri: Yerel seçimin genel etkisi
31 Mart seçimleri iktidar partisi AKP ve ortağı MHP’nin ağır yenilgisiyle sonuçlandı. (Fotoğraf: AA)

Dr. Sezgin TÜZÜN

Birbirinden bağımsız üç kavram; kamuoyu, araştırma, siyaset. Ama Türkiye’de siyaset giderek daha büyük oranda ‘mış gibi yapılan’ siyasal kamuoyu araştırmaları ve de bilgi kirliliği üzerinden tasarımlaştırılır oldu. Oysa 12 Eylül sonrası, 1980’lerde sosyal ve siyasal kamuoyu araştırmaları gelişip, yaygınlaşmaya başladığında, özgürlüğün dolayısıyla örgütlülüğün kısıtlı olduğu ortamlarda toplumun nabzını tutmakta, toplumu anlamakta araç olması nedeniyle giderek önem kazanıyor ve gelişiyordu.

Sonra neoliberal kapitalizmin eşliğinde, kuralsızlığın, örgütsüzlüğün ve de eşitsizliğin kurala dönüştüğü ortamda ‘kötü paranın, iyi parayı kovup egemenliğini ilan etmesi gibi’, ‘bugün seçim olsa’ / ‘siyasetçinin beğenilirliği’ / ‘kararların destek düzeyi’ ve benzeri içerikli siyasal kamuoyu araştırmalarıyla ülkenin genel ve yerel siyaseti her gerektiğinde yeniden - yeniden tasarlanır, tasarlananlar algı yaratmak üzere topluma kamuoyu araştırmalarıyla başarı olarak sunulur oldu. 

Mart ayının sonunda yerel yönetim seçimleri yapıldı ve illerin/kentlerin belediye başkanları, belediye meclisleri ve de mahalle muhtarları seçildi. Seçimler yerel olsa da bu seçimlerin etkisi -daha önce de olduğu gibi-, ortaya çıkardığı sonuçlarla ülke geneline ilişkin politikaların yeniden tartışılıp / belirlenme gereğine kapı açıyor. İşte bu süreçte yaşanan siyasal gelişmeleri doğru değerlendirmek, gelişmelerin anlamını paylaşarak bu değerlendirmeleri farklı ortamlarda sınanır kılmak, zaman içerisinde bu ve benzeri alanlarda çalışanlara teknik, kuramsal ve metodolojik araçlar sunabileceği gibi, kamuoyuna da doğru bilgilenme olanağı sağlayabilir.

AKP’NİN ÜÇ DÖNEMİ

1’inci dönem: Başlangıç ve Yükselme

2002 Kasım’ında yeni kurulmuş ve kuruluşu sonrası katıldığı ilk seçimde tek başına iktidar olma şansı yakalamış bir parti AKP, yani Adalet ve Kalkınma Partisi. Hem de toplam kayıtlı seçmenlerin sadece dörtte birinin (%26,08) desteğiyle, geçerli oyların üçte birini alarak (%34,29).

AKP kuruluşunun hemen ardından tek başına iktidara gelişi nedeniyle yeterli kadroya sahip değildi ama bir dönemdir ABD’de ikamet etmekte olan Hizmet Hareketi lideri Fethullah Gülen’in desteğiyle bu sorun hızla çözüldü. Ekonomi IMF programına bağlı yürüdüğü için kontrol altındaydı. AB’ye üyelik sürecinde liberalleşme-demokratikleşme bağlamında liberal kanadı da yanına alan AKP sahip olduğu seçmen desteğini büyütüp 2007 seçimlerinde kayıtlı seçmenlerin yüzde otuz sekizin (%38,05), geçerli oylarda ise yüzde kırk altının (%46,52) üstüne tırmandı.

2007–2011 seçimleri arasında önceki uygulamalara benzer yönde yaşanan gelişmeler AKP’nin seçmen desteğini kayıtlı seçmenler ölçeğinde 4 puan büyütürken (%42,44), bu oran geçerli oylar açısından AKP’nin geçerli oy kullanmış her iki seçmenden birinin (%49,80) oyunu alması anlamına geliyordu. Bu önemli bir güç ifadesiydi ve de bu güç bilene/bilmeyene anlatılmalıydı.

2’nci dönem: Ara uygulamayla 2011 sonuçlarına yeniden ulaşma dönemi

2011 seçimleri sonrası yeni bir dönem başlamıştı, onun gereği de yapılmalıydı. Ve adım adım gerekenler yapılmaya başlandı, ama süreç burada bitmedi.

2011–Haziran 2015 seçimleri arası dönemde AKP iktidarında daha önce yaşanmayan, görülmeyen şeyler kamuoyuna yansımaya başladı. 2013’ün Mayıs’ından Temmuz’a uzanan Gezi olayları İstanbul Taksim’de çevre duyarlılığıyla başlayıp tüm Türkiye’ye yayıldı ve aylarca ülkenin gündemini oluşturdu. Bu eylemler tavizsiz bastırılmalı ve de bunun ardı bırakılmamalıydı. Öyle yapıldı.

Aynı dönemde Oslo’da PKK ile gizli olarak yürütülen çözüm süreci görüşmeleri kesildi ancak bu kez Türkiye’de A.Öcalan ve HDP milletvekilleri görüşmeleriyle sürdürülen bir çözüm süreci başlatıldı. Ne var ki bu da Haziran 2015 seçimlerinden kısa süre önce iktidar tarafından Dolmabahçe toplantısında sonlandırıldı.

2011 seçimlerine değin uyum içinde yürütülen AKP ile Hizmet Hareketi işbirliği önce dershane sorunuyla, kısa süre sonra 17-25 Aralık yolsuzluk-rüşvet operasyonu (2013) nedeniyle paylaşım ve ‘paralel devlet’ çatışmalarına dönüştüğünde Erdoğan, Fethullah Gülen’in Hizmet Hareketi’ne AKP’nin Trabzon mitinginde, ‘ne istediniz de alamadınız?’ sorusunu yöneltti.

Haziran 2015’e gelindiğinde AKP genel milletvekili seçimlerinde ilk kez önemli bir oy kaybı ile karşı karşıya kaldı. Bir önceki seçimde toplam kayıtlı yurtiçi seçmenlerin yüzde 42,44’ünün oyunu alan AKP, Haziran 2015 seçimlerinde 8,30 puanlık oy kaybıyla yüzde 34,14’e geriledi. Böylece AKP geçerli oylar açısından yüzde elli (%49,80) düzeyinden yüzde kırka (%40,66) düştü, ancak seçimden birinci parti olarak çıkma başarısını yitirmese bile parlamenter sistem gereği koalisyon ortağı bulma zorunluluğuyla karşı karşıya kaldı. Ancak bu zorunluluk Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı ve Davutoğlu’nun Başbakanlığında hükümet kurmama çalışmalarıyla aşılıp tekrar seçim yoluyla, yeni bir seçim kararı verilmesiyle yok hükmüne indirgendi.

Haziran 2015 ile Kasım 2015 tekrar seçimleri arasındaki 145 gün Türkiye’nin sıcak dönemlerinden biri olarak yaşandı. 7 Haziran seçimlerinden 2 gün önce Diyarbakır’daki HDP mitinginde patlayan, IŞİD’in üstlendiği bomba 5 kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin de yaralanmasına neden olmuştu. 17 Temmuz’da Erdoğan AKP-HDP milletvekillerince ortak hazırlanan 10 maddelik ‘Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımadığını açıkladı. 20 Temmuz’da Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde Kobani’ye destek götürmek için toplanan SGD Federasyonu üyesi gençlerin basın açıklamasında IŞİD’in üstlendiği canlı bomba saldırısında 33 kişi öldü, 100’den çok kişi de yaralandı. 22 Temmuz’da Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde 2 polis memuru evlerinde öldürüldü ve bu olayla ilişkili olarak PKK ve IŞİD’e yönelik operasyonlar başlatıldı. 6 Eylül’de Dağlıca’da PKK’nın güvenlik güçleriyle çatışmasında 16 asker yaşamını yitirdi, 8 Eylül’de Türkiye’nin birçok yerindeki HDP binalarına saldırılar yapıldı. 10 Ekim’de Ankara Gar meydanındaki barış mitinginin toplanma evresinde IŞİD’in iki canlı bombası kendilerini patlatarak 102 kişinin ölümüne, yüzlerce kişinin yaralanmasına ve de kitlelerin demokratik haklarını kullanmalarına engel oldular.

Ankara gar katliamından yirmi gün sonra yapılan Kasım 2015 seçimlerinde AKP oyunu yeniden artırarak (%42,45) 2011 seçimleri (%42,44) düzeyine -yani en üst oy oranına- ulaştırırken, siyasal olarak yeni bir evreye geçişin de işaretlerini veriyordu.

Fotoğraf: Depo Photos

3’üncü dönem: Mutlak oy yitimine karşı iktidarını sürdürme dönemi 

AKP Haziran 2015 seçimlerinde HDP’ye kayan yaklaşık bir buçuk milyon seçmenin 3’te birini, MHP’ye giden kabaca 1 milyon 150 bin seçmeni bir milyon yedi yüz elli bin olarak ve aynı biçimde SP’ye giden 300 bin dolayındaki seçmeni de 600 bin olarak Kasım 2015 seçimlerinde geri kazandı. Bir önceki seçimde AKP’ye oy verip 2015 Haziran seçimlerinde AKP’ye oy vermeyen yedi yüz bine yakın seçmene karşılık, Kasım 2015’te Haziran’da oy kullanmayan seçmenlerden bir milyon yüz bine yakın oy kazanan, yeni kayıtlı seçmenlerden de bir milyon üç yüz bin dolayında oy alan AKP, Kasım 2015 seçimlerinde oy düzeyini 2011 seçimleri oranına yeniden taşımış oldu. Ne var ki Kasım 2015 seçimlerinden sonra AKP tek başına iktidarda kalmayı başarsa da partinin oy yitim süreci bu noktadan itibaren durdurulamaz oldu.

Parlamenter sistemden -fiili durumu anayasal kılmak için- partili Cumhurbaşkanlığı sistemine (tartışmalı) geçiş referandumu sonrası yapılan ilk genel milletvekili seçimlerinde (Haziran 2018’de) AKP, toplam kayıtlı yurtiçi seçmenlerden yüzde 36,50 oranında oy alabildi. Bu oran bir önceki seçime (Kasım 2015 seçimine) göre 6 puanlık bir oy kaybına işaret ettiği gibi, AKP’yi mutlak oy kaybı ile de tanıştırmış oluyor. Çünkü Kasım 2015’de AKP’nin oyu 23 milyona yaklaşırken Haziran 2018’de 20 buçuk milyona gerileyerek geçerli oylar açısından yüzde 49,80’den yüzde 42,28’e düşüyor ve de bu düşüş 2023’de de durmayıp, devam ediyor.

Mayıs 2023 seçimlerinde toplam kayıtlı yurtiçi seçmen sayısı 61 milyona yaklaşırken, AKP’nin oyu 18 buçuk milyona geriliyor. Bunun da anlamı yine 6 puanlık oy kaybı ve geçerli oylar ölçeğinde yüzde 35,32’ye gerilemek demek. Ama hâlâ AKP birinci parti olmaya devam ediyor.

2002’DEN 2024’E 2 PARTİLİ SİSTEMİN YANSIMALARI

Yazının bu ara başlığına bakınca ilk akla ‘Türkiye’de iki partili bir sistem yok ki, bu adam neden söz ediyor?’ sorusu takılacaktır. Doğal ve haklı bir soru. Hele de son yerel seçimlere otuzun üzerinde partinin katıldığı ve Türkiye’de 100’den fazla parti olduğu da bilindiğine göre, ‘iki partili sistem de ne demek?’ diye sormayacaklar mı insanlar?

1950’den bu yana, istisnai dönemler (27 Mayıs / 12 Mart / 12 Eylül darbe yönetimi dönemleri) dışarıda bırakılırsa 70 yılın yüzde 67’sinde (47 yıl) Türkiye’de tek parti hükümetleri meclis çoğunluğuna sahip olarak ülkeyi yönetti. Bu partiler aynı zamanda birer lider partisiydi ya da bu partiler Menderes, Demirel, Özal gibi hep liderleriyle anıldılar. Ama mesele o değil. Mesele 12 Eylül döneminin kurguladığı seçim sistemi ve siyasi partiler yasası. İşte bu yasalara göre;

• Siyasi partilerin yönetimleri ve genel başkanları, parti yönetimi ve genel başkanına rağmen değiştirilemez,

• Parti üyeleri partilerinin bir kez belirlenmiş yönetimine ve belirlenmiş milletvekili adaylarına ancak oy verebilirler,

• Seçmenler genel seçimlerde partilere oy verirken demokrasi için değil, katılımsızlık için oy kullanıyorlar denebilir. Çünkü seçmenlerin;

• Küçük partilere oy vermeleri durumunda ve verdikleri oy karşılığında, oy verdikleri partinin barajı aşmasına olanak yaratamadıkları gibi, orta büyüklükteki partilerin barajı aşma şansını da biraz daha azaltacaklardır.

• Orta partilerden birine oy vermeleri durumunda oy verdikleri partinin barajı aşma şansını artırma olasılığından çok, diğer orta partilerin barajı aşma olasılığını engelleyeceklerdir,

• Büyük partilere oy veren her seçmen, küçük ve orta partilerin barajı aşma olasılığına bir engel daha ekleyeceklerdir. (Alıntı “İki Partiden Birini Seçme Kıskacı” Sezgin Tüzün, Bianet 21.05.2007)

2002’de 2 (AKP + CHP), 2007 ve 2011’de 3 (MHP ekleniyor), Haziran 2015 / Kasım 2015’de 4 (HDP/YSP de listeye ekleniyor), 2018 ve 2023’de ise 5 parti (İYİ Parti’nin de) seçim barajını aşarak -ittifak kaynaklı milletvekilliği kazanan partiler hariç- meclise milletvekili yollamasına ve söz konusu seçimlere 8 ile 24 arasında değişen sayıda partinin katılmış olmasına karşın seçmen ‘iki partiden birini seçme kıskacı’na sıkışmış olabilir mi? Gelin bu sorunun yanıtını 2002’den 2023’e genel milletvekili ve 2024 seçimleri sonuçlarından hareketle bulunup/bulunamayacağına bakalım.

Tablo: YSK Mv. Seçimi Sonuçlarıyla, 2024 değerleri ise AA ve ANKA tarafından derlenen seçim verileri

Yukarıdaki tabloda AKP ve CHP’nin milletvekili seçimlerinde aldıkları kayıtlı seçmen bazlı oy oranlarıyla, seçime katılan diğer parti ve bağımsızların oy oranlarının toplamı yanı sıra seç(e)meyenler’in (oy kullanmayanlar ile oyları geçersiz sayılanların) toplam oy oranları seçim yıllarına göre sergileniyor. Ayrıca tablonun en son satırında da her dört grubun son 7 genel milletvekili seçiminde kayıtlı yurtiçi seçmenlerden aldıkları oyların ortalama oranları sergileniyor. Bu ortalamayı ve 7 seçimin oy oranlarını 2023 milletvekili seçimi sonuçlarıyla karşılaştırınca; Seçime katılımın azalmadığı, tersine en yüksek düzeye tırmandığı, ilk iki parti dışındaki toplam parti ve bağımsızlara yönelimin önce düşüp sonra yeniden yükselmeye başladığı, CHP’nin seçmen desteğini 2011 ve Kasım 2015 düzeyine 2023’de tekrar yükselttiği, AKP’nin, tablo 1’deki dört grubun tek kaybedeni olduğu açık, net ve tartışmasız bir biçimde görülüyor.

Yarın: Seçimlerin arka planı