Çiçekçi kadın Pembe’nin avuçlarımıza tutuşturduğu çiçeklerden midir bilinmez ama artık sokağa, doğaya, insana bakışın değişeceğine dair inancımı artıran okuma oldu. Çiçekli günlere, umuda, kadınların her koşulda var oluşuna...

Günlerin peşinde
Özge Doğar (Fotoğraf: Ters Kule)

N. Loli UYAN

“Çiçekli şiirler yazmama kızıyorsunuz bayım / Bilmiyorsunuz. Darmadağın gövdemi /  Çiçekli perdelerin arkasında saklıyorum. / Karanlıkta oturuyorum. Işıkları yakmıyorum. / Çalar saat zembereği boşalana kadar çalıyor / Acı veren bir sevişmeyi hatırlıyorum”

Didem Madak

Yazar Özge Doğar’ın ‘‘Renkli Çiçeklerim Var’’ adlı öykü kitabı, iyi günlere duyulan özlemin yanı sıra kıyısından kapı araladığı ufacık bir umudun peşinde gezinen öyküler. Çiçekçi kadın Pembe’nin daha çocuk yaşta ona zorla giydirilen kadınlık kisvesine başkaldırışı ve sevgisizliğe, riyakârlığa boyun eğmeyip gönülden bağlandığı sevdiğiyle yeni bir hayat kurma çabası... Aslında hikâyenin nasıl başladığı değil de nasıl devam edeceğine dair çok şey anlatıyor bizlere.

Çiçekçi kadın Pembe’nin sokağın içinden öylesine gelip geçmekte olanlara usulca fısıldadığı cümlelerle başlıyor öyküler. Her karakterin eline tutuşturduğu çiçekler; renk, koku, biçim olarak hikâyeleri ayrı bir okuma ritmi içine çekiyor. Her hikâyenin kahramanını yakından tanıyormuşum hissine kapıldığımı söylemeliyim. Çiçekçi denen semtte beş yıldır oturuyor olmak da tatlı bir tesadüf. Sokağa çıktığım an az ilerde üçgen şeklindeki küçücük bir parkın köşesinde selamlaştığım zayıf ve esmer kadın düşüverdi aklıma. Hayatın akışına, sokağın ruhuna hâkim, sessiz ve sahici bir tanıklık onlarınki. Bir köşenin müdavimi çiçekçi kadın gördükleri, duydukları, şahit olduklarıyla ne yapar? O da türlü dertlerle hemhal oladursun, hepimiz gibi ekmeğini kazanmak peşindedir en evvela. Durmaksızın geçen saatlerin arasında köşe başında bir taburenin üstünde çile doldurması boşuna değildir. Pembe’nin tezatlıklarla dolu yaşantılarımıza bir nebze olsun çiçeklerden yapılma bir ferahlık sunması da bu yüzden olmalı. Güller, papatyalar, nergisler, karanfiller, laleler, mimozalar, her çiçeğin mevsimi gibi herkesin kendi düşü, dünyası da bambaşka. ‘‘Renkli Çiçeklerim Var’’ kitabındaki öyküler de böyle bir içerik ve kurguya sahip. Daima göz ardı edilmiş, hor görülmüş, tacize uğramış, aşağılanmış ama öte yandan mücadelesinden vazgeçmemiş üreten, çalışan, işçi, emekçi kadınlara yer verilmiş sıklıkla.

Eril tahakkümün kadına atfettiği değersizlik duygusu, kıymet bilinmezliği, ötelenmişliği öykülerin başat konusu. Oysa kadından vücut bulan yaşamı her ne hikmetse yine kadınların yeşertme çabası... Geleceğe dair yaşanması muhtemel doğadan kopuk, neşesiz, ruhu çekilmiş hayatları konu edinen öykülerde durup bir nefeslenmek istiyor insan. Ağacın, börtü böceğin, rengârenk çiçeklerin, yağmur sonrası etrafı saran toprak kokusunun, sokağın içinde salınan kedi ve köpeklerin varlığıyla anlam bulan yaşamın önemini bir kez daha düşündüren öykülerle karşılaşıyoruz. Yaşamın akışkanlığı içinde sıradan zannettiğimiz birçok varlığın eksikliğiyle dünyanın ne kadar yavan ne kadar katlanılmaz olacağını tahayyül edemiyoruz maalesef. Yer yer işlenen bu umutsuzluk teması aslında içinde bulunduğumuz zamanı, doğanın bize verdiklerine sahip çıkmamız gerektiğinin de işaretleri gibi. Kimi öykülerin içine gizlenmiş kadın neşesini, inadını, arzularını yakaladığımdaysa içten bir gülümseme gelip yerleşiyor yüzüme. Öylesine değil elbette bu duyguları bir yerlerden tanıyor olmanın verdiği güvenden kaynaklanıyor olması. Kadınlık hallerini anlatan öykülerden -bozulmuş gebelik- içimizde köklenemeyen yaşamın yasını, tutunamayışını, geride bize bıraktığı o boşluk ve acı duygusunu derinden hissettiriyor yazar. Her şeyden sakınıp sakladığımız bir canlının ana rahminden kayıp gidişinin sonrasında yarattığı ve yalnızca bedenin, ruhun kavrayabileceği ağırlıkta bir boşluk... Var olmanın beraberinde getirdiği yaşama tutunma arzusunun kırılma noktası da diyebiliriz. Tüm bunlara rağmen hayata bağlılık, doğanın içindeki insanı diri tutan kendini yeniden doğurma, tazeleme istenci. Bunun dişil bir istenç olduğu aşikâr, öykülerdeki kadın karakterlerin mücadelesi tam da buna denk geliyor. Yaşamı çoğaltmak... Tıpkı toprağın biri bin edişi gibi... Kitapta okurken göz ardı edemediğim diğer bir şey de her türlü zorluğu, kederi, hüznü aşan ve üzerimize bulaşan bir neşenin var oluşu. Çiçekçi kadın Pembe’nin avuçlarımıza tutuşturduğu çiçeklerden midir bilinmez ama artık sokağa, doğaya, insana bakışımızın değişeceğine dair inancımı artıran bir okuma oldu. Çiçekli günlere, umuda, kadınların her koşulda var oluşuna şükranla.