Yeni bir anayasa yapılması konusu yeniden siyasetin gündemine geliyor. Bu bağlamda geçen günlerde Başkan ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, ilgili kesimleri “yeni anayasaya katkı yapmaya” çağırdı. 

Bu çağrının geçmişin iki örnek olayından gidilerek daha yakından irdelenmesi yerinde olacaktır. 

“SÖYLETİRLER ÖNCEDEN…” 

İlk örnek Osmanlı’dan. Sultan II. Abdülhamit’in yoğun baskılarına karşı,  “yaşasın özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” diyerek 1908’de iktidara gelen İttihat ve Terakki yönetiminin yaptıklarını Şair Eşref bir dörtlükle özetliyor: 

“Devr-i istibdatta gerçi her şey memnu idi. 

Söyletmezlerdi sana istesen de ta’nanı 

Devr-i hürriyetteyiz şimdi değişti kaide, 

Söyletirler önceden sonra… 

(istibdat: baskı; memnu: yasak; ta’n: ayıplama: kaide: kural) 

Buna çok benzeyen bir örnek daha yakın yıllardan. 

12 EYLÜL 1980’DE 

12 Eylül askeri yönetimi de kamuoyuna yeni bir “anayasa yapacağız, katkı yapın” anlamında çağrıda bulundu. 

Bunun üzerine ODTÜ ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin konu ile ilgili öğretim üyeleri, çoğumuz 1960’ların özgürlük ortamının ürünleriydik,  yaz tatilimizi bile bir tarafa bıraktık;  aylarca çalıştık ve başta üniversite özerkliği ve araştırma özgürlüğü olmak üzere özgürlükçü bir anayasa konusunda somut öneriler oluşturduk. 

Sonuç mu?     

Tümümüz 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu uygulanarak üniversitedeki görevlerimizden kovulduk. Ancak, o faşist yönetim döneminde bile idari yargı yolu açıktı; Danıştay kararıyla yedi yıl sonra da olsa üniversitelerimize döndük. 

Üniversite dışından, özellikle basın-yayın kuruluşları, meslek oda ve birlikleri ve başta DİSK olmak üzere sendikalar da benzer özgürlükçü anayasa önerileri yaptılar. Sonrasında örgütler kapatıldı, birçok demokrasi, özgürlük ve bağımsızlık savunucusu da yargılandı, hapsedildi ve öldürüldü. 

VE BUGÜN 

Bugün, anayasaya katkı yapın çağrısının “ortamı”  öncekilerden çok farklıdır. Ne Osmanlı örneğine benzer biçimde  “önceden söyleme”  olanağı var; ne de 12 Eylül öncesinin birikimi.   

Durumu “üniversite”, “basın yayın” ve “sendika” üçlüsü çerçevesinde irdeleyelim. 

Başkan Erdoğan döneminde üniversite sayısı üçe katlandıysa da üniversitenin “niteliği” uluslararası değerlendirmelerin de kanıtladığı gibi, yönetim özerkliği ve bilimsel özgürlük olmadığı için yerlerde sürünüyor. 

Daha özelde, binin üzerinde bilim insanı, üstelik yargı yolu kapatılarak ve yurtdışına çıkış yasağı getirilerek üniversitelerden uzaklaştırıldı.  En olmayacak yerde, bilim insanı atamalarında bile aile ve yakın akraba kayırmacılığı yaşanıyor; Osmanlı medreseleri gibi “beşik uleması” oluşuyor.   

Bunlarla yetinilmiyor;   

1 Ocak 2021’den bu yana Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan baskılar; başta Karabük Üniversitesi olmak üzere diğer üniversitelerin uygulamaları; bugünlerde ODTÜ mezuniyet töreninin Devrim Stadyumu’nda yapılmasının yasaklanması vb. üniversitelerin nasıl susturulduğunun kanıtlarıdır.   

Varılan ”susturulma”  noktasına bakar mısınız? Geçen günlerde çok sayıda ABD üniversitesinde İsrail karşıtı kitlesel öğrenci eylemleri yapılırken Boğaziçi Rektörü, bizdeki üniversitelerde yaşanan derin sessizlikle övünüyordu. 

Üniversite dışından da anayasa önerileri yapacak bir toplumsal gizilgüç bulunmuyor. Basın-yayının, “yandaş” ve “besleme”  özelliğinin ağırlığı o kesimin özgürlükçü olmasını tümüyle engelliyor. Uluslararası ölçümlerde Türkiye basın özgürlüğünde de son sıralarda yer alıyor; 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Gününde bile gazeteciler hapis cezası alıyor. Bilim insanları gibi gazeteciler de yurtdışında yaşamak zorunda kalıyor. 

Hafta içinde AYM kararı hiçe sayılarak sendikaların 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamalarına 42 bin kişilik “polis gücü” ile engel olunması, iktidarın yeni anayasada emekçi hakları ve sendika özgürlüğüne nasıl bakacağını da kanıtlıyor. 

Bu ortamda CHP-AKP genel başkanlarının 2 Mayıs görüşmelerinde “boş koltuk” öne çıkıyor; kamuoyuna bilgi verme gereği duyulmuyor;  “çok ağırlaşan hukuksuzluklar” konusunda açılış bile yapılamıyor.   

BULUNUR! 

Toplumun yaşamakta olduğu özgürlüklerden uzaklaşma ve bilimsel çölleşme süreçleri, daha doğrusu hukuksuz ve zora dayalı uyum ortamı, yeni anayasa önerilerini yapacak kesimleri de oluşturmuş bulunuyor. 

Besleme basın ve yandaş sendikalar gürül gürül  “isteğe uygun” öneriler yapar.  Adlarından başka hiçbir özelliği üniversite olmayan kuruluşlar ve  “o zamanki CHP’nin desteğiyle Mart 2022’de kurulan Diyanet Akademisi de o çağrıyı kolayca karşılar. 

Böylece yeni anayasa da  “bilim ile değil”,  Milli Eğitim Bakanlığı’nın geçen hafta açıkladığı “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” gibi “ilim ile” hazırlanır. 

Ancak, yerel seçimlerden sonra 1 Mayıs’ta bir kez daha kanıtlandığı gibi “uyanmakta olan toplum” baskıcı değil özgürlükçü bir anayasanın yapılmasını eninde sonunda sağlar.