Bir haftadır Günter Grass'ın "ben de bir zamanlar SS'tim" ifşaat

Bir haftadır Günter Grass'ın "ben de bir zamanlar SS'tim" ifşaatı gündemde. İlginç bir rastlantı, bugünlerde benim de elimde Robert O. Paxton'm "Faşizmin Anatomisi" kitabı var. Çok kapsamlı bir araştırma ürünü olan eserin belki de en etkileyici yanı, sıradan insanların, belki de hiçbir zaman nazizme meyletmeyen, ama Yahudi de, Çingene de, komünist de, özürlü de olmayanların, bir anlamda tuzu kuruların yıllarca olup biteni sessizce seyretmesi, son günlere kadar gündelik yaşantılarını pişkinlikle sürdürmesi.

Aslında, tanık olduğumuz Lübnan vahşetinde de kayıtsız kalan her İsrailli'nin, Amerika-lı'nın, İngiliz'in kıyısından da olsa bir vebali yok mu? Celladının müsveddeliğine soyunanlar, yoksa tarihten ibret alınmadığının 21. yüzyıldaki suretleri mi?

Sosyalizm özünde insanın iyiliğine inanmak anlamına da geldiğine göre, Günter Grass'ın tüm yaşamının geçmişindeki kara lekeleri temizleme uğraşı olduğunu neden kabul etmeyelim? Nazizmin utancı ancak altmış yıllık olağanüstü bir çabayla silinemese bile soldurulabilir; Grass'ın tüm eserleri, savaşa, şiddete karşı kararlı duruşu bu gayretin somut kanıtı sayılamaz mı? Asıl yargıyı tarihe bırakacak da olsak, "Soğanı Soymak" kitabını bekleyip ondan sonra tekrar tartışmak daha doğru değil mi?

Doğrudan nazizmin hizmetine koşan ünlüler filozof Martin Heidegger'i, sosyolog Hans Freyer'i, hukukçu Cari Schmit'i bir yana bırakalım. Partiye üye olmasa da, SS'e katılmasa da rejimle arasına net bir duvar öremeyenler de masum muydu acaba? Örneğin, Eistein'ın "Yahudi fiziği"nin yerine Alman fiziğini koyma iddiası ortaya yerde dururken hiçbir şey olmamış gibi deneylerini sürdüren Max Plank ve çalışma arkadaşları.

Aslında Alman atom enerjisi programını içeriden zayıflattığını öne süren, ama fonların yetersizliğinden, kendisinin gerekli plütonyum miktarını yanlış tahmin etmesine kadar bombanın yapılamaması hakkında çeşitli rivayetler dolaşan Nobel ödüllü fizikçi Werner Hei-senberg.

Führer'i Yahudi müzisyenlere ilişkin yasakların gevşetilmesi için iknaya çalışsa da, Hin-demith'in atonal müziğini çalmaya ısrar ettiğinden bedeller ödese de, nazizmin son gününe dek en gözde orkestra şefi kimliğiyle ayrıcalıklarını kullanan Wilhelm Furthwangler.

Yıllarca faşizmi Dimitrof'un, Üçüncü Enternasyonalce benimsenen "finans kapitalin en tepkici, en şoven, en emperyalist unsurlarının açık, terörist diktatörlüğü" diye tanımladık. Bizim gibi 12 Eylül öncesi dönemi bilenler için, TÜSİAD'ın bir çıkışı, TESEV'in bir demokrasi raporu asla yaşadıklarımızı, çıkarları gerektirdiğinde büyük sermayenin faşizm yanında saf tutuşunu unutturmuyor. Ama bugün sermaye-faşizm ilişkisi konusunda daha nüanstı bir yaklaşıma gerek duyulduğunu da hissedebiliyoruz.

Paxton, faşizmin özerk kökleri ve otantik cazibesini ihmal etmemek gereği üzerinde duruyor. Kapitalizm her fazla üretim krizini çözmek için faşizme sarılmadığına göre aralarında kaçınılmaz bir yol arkadaşlığı yok. Sermaye çoğunlukla kitleleri pasifize eden otoriter yönetimleri faşizme tercih ediyor. Ama sosyalizm tehlikesinin varolduğu koşullarda faşizmle gergin bir ilişkiyi kabullenip, aynı yatağa girmekten çekinmiyor.

Paxton'a göre, faşizm beş ayrı aşamadan geçiyor:

1) hareketin yaratılması

2) politik sistemde kök salması

3) iktidarın alınması

4) iktidarın kullanılması

5) sonunda faşizmin radikalleşmesi veya durgunlaşması. Bunlar analiz edildikten sonra faşizm, toplumun çürüdüğü, aşağılandığı, kurban edildiği konusunda aşırı bir saplantıyla ortaya çıkan politik davranış biçimi ve bunları gidermek için birlik, enerji ve saflığa duyulan ihtiyaç talebiyle ortaya çıkıyor.

Kendini harekete adamış milliyetçi militanların oluşturduğu parti çoğunlukla geleneksel muhafazakâr elitlerle de işbirliği yaparak, demokratik özgürlükleri rafa kaldırıyor, hasımlarına şiddet uyguluyor, içeride temizlik ve dışarı doğru genişlemek için ahlaki ve hukuki hiçbir sınır tanımıyor.

Bize faşizmi tekrar masaya yatırma olanağı verdiği için Grass'a teşekkür etmek aşırılığına kapılmayalım. Ama buradan, magazine savrulmadan bir tartışma zemini yaratma fırsatını da kaçırmayalım. Kızılelma koalisyonları, Kerinç-siz sabuklamaları, linç girişimleri zaten mev-zuya kayıtsız kalmamıza izin vermiyor.

İhtiyacımız ise, eşyanın adını faşizm, emperyalizm diye koymaktan çekinmeyen; ama her milliyetçiliğe faşizm yaftası takma, her dış bağlantıya emperyalizm bandrolü yapıştırma gibi çocukluk hastalıklarına da kapılmayan bir olgunluk düzeyi.