Bu yazının başlığı, 15 Mayıs Pazar günü yirmi bin kişiden fazla protestocunun Beyoğlu’nda bağırdığı sloganlardan birisi.

Bu yazının başlığı, 15 Mayıs Pazar günü yirmi bin kişiden fazla protestocunun Beyoğlu’nda bağırdığı sloganlardan birisi. Birçok medya kuruluşu görmezden geldi, bazıları da sadece iki yüz kişi vardı dedi! Ben bu sokakları iyi bilirim; bir ucu Taksim Meydanı’nda henüz yürüyüşe geçmeyi beklerken, öbür ucu Tünel’e çoktan varmış bir kalabalık iki yüz kişi olur mu? Doğrusu, Başbakan’dan “yirmi bin kişi de kalabalık mı, ben oraya kırk bin insan yığarım” diye bir açıklama bekledim, ama gelmedi. Yürüyüş, ruhuma çok iyi geldi. Büyük bir çoğunluğu gençlerden oluşan her kesimden insanın (türbanlı genç kızlardan komünistlere, LGBTT’ye kadar), sıfır polis görünürlüğünde, barış ve fevkalade bir atmosferde sansürü protesto etmeleri, özgürlük istemeleri, hükümet desteği ile memleketi İran’a, Çin’e çevirmek isteyen devlet memurlarından kurtulmak istemeleri, demokrasinin olduğu ülkelerde görmeye alıştığım, ama Türkiye’de pek alışık olmadığımız bir eylemdi. Beni çok eğlendiren iki tane slogan vardı: 1) “Porno yoksa, üç çocuk da yok!”, 2) Kalabalık yeni açılan Demirören Alışveriş Merkezinin önünden geçerken “Sansür kalsın, Demirören kalksın!”, diye slogan attı. Rant için her türlü estetik ve tarihi dokudan ödün veren AKP anlayışını protesto, bu kadar mı esprili olur? Beni en eğlendiren pankartın üstünde ise; “Bu otuzbir, mahkeme kararı ile engellenmiştir. Sansüre hayır. I love you Elizabth” yazıyordu...

Bu protesto yürüyüşünün ruhuma iyi gelmesinin nedeni ise; memlektin, seçime çeyrek kaldığı zaman diliminde içinde bulunduğu depresif durum. Yürüyüş öncesi iki günde, yani Cuma ve Cumartesi günleri İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde “Çatışmacı Toplumdan Uzlaşmaya: Özgürlükçü ve Eşitlikçi Anayasa” başlıklı iki günlük bir konferans vardı. Ülkenin en önde gelen Anayasa Profösör ve diğer akademisyenlerinin bildiriler verdiği; Fuat Keyman, Taha Akyol, Uğur Alacakaptan, Rona Serozan gibi isimlerinin oturum başkanlıkları yaptıkları konferansdaki genel hava “AKP seçimi kazanacak ve hatta tek başına anayasa çıkarabilecek çoğunlukla geliyor, geçmiş olsun!” du. Doğru ve akıllı şeyler dile getirildi, ama basından takip edebildiğim kadarıyla hiçbir ses getirmedi.  Aynı günlerde İstanbul Hukuk Fakültesi’nde hükümet destekli benzer bir konferans vardı. Tabii o basında yer aldı. Duyduğuma göre, İstanbul Üniversite’sinin konferans sonuçları hükümete rapor edilecekmiş, Bilgi Üniversitesi’nin konferans sonuçları ile hükümetin ilgilendiğini sanmıyorum. Bu arada İstanbul Üniversitesi’nde gerçekleştirilen konferansda, Burhan Kuzu öğrenciler tarafından yine protesto edildi. Gençlik Muhalefeti’nden Serap Taşdelen, Kuzu Bey’e ayakkabı fırlatmış. Ben “no comment” deyip geçeyim; aksi takdirde Kuzu Bey’in avukatları ve kendisine “hayır” diyemeyen savcılar yine hakaret davası açmaya mahkemelere koşarlar...Taşdelen’le tanışmak istiyorum ama; sizler için bir BirGün söyleşisi mi yapsam acaba Serap’la?

Tanıdığım “yetmez ama evetçilerin” hiçbirini yürüyüşte göremedim. Tabii onlar bugünlerde çok meşguller; askeri vesayeti kaldırmak, ileri demokrasiyi Türkiye’ye yerleştirmek, Kürt sorununu çözebilmek için “ustalık dönemini” garantileyebilmek için var güçleri ile çalışıyorlar! Ateşkes ilan etmiş KCK’yı savaşa kışkırtmak için, MHP’yi barajın altına düşürmek için AKP askeri vesayete karşı verdiği mücadeleyi çoktan unuttu. 12 Kürt gerillanın bir baskın sonucu öldürülmelerinin ardından BDP Eş Genel Başkanı Filiz Koçali “Çözüm için atılması gereken adımlar var ama bu katliamı yapanlar biliyorlar ki değil çözüm, çözümü konuşmak için bile askeri ve siyasi operasyonların son bulması lazım. Uzunca bir süredir eylemsizlik halinde olan KCK güçleri çok açık bir şekilde savaşa çekilmek isteniyor. Akan kanın sorumlusu AKP'dir" dedi. Yıllar önce bu köşeden yazmıştım; “iktidar için AKP orduyla barışır, anlaşır”.

Politikada bütün itiraz edilecek kelimeler ve kavramlar “ama” kelimesinden sonra geliyor! Bir kere “evet” dediler diye, şimdi kendilerini AKP’ye angaje olmuş hissediyorlar herhalde. AB’nin son zehir zemberek Türkiye raporuna bile ses veremediler. AKP’nin fetih mantalitesi ile memleketin bütün kurumlarını tek tek ele geçirmesi karşısında boyunlarını büktüler. Seçim öncesi çıkarılmak istenen savaş karşısında bile sessizler. Üçüncü tarikatlar koalisyonu hükümeti için hababam çaba sarf ediyorlar.

Umudumuzu yitirmeyelim. Ülkenin yazar çizer kısmının bir bölümü işbirlikçi olabilir. Hala direnenler var ve olmaya devam edecek. “İnternetime Dokunma” yürüyüşleri, bundan böyle sansürün uyugulanmaya başlayacağı 22 Ağustos’a kadar her Pazar devam edecekmiş. Sık sık görüşmek üzere.