Pazartesi günü genç bir arkadaşım Cumhuriyet gazetesinden bir habere ilgimi çekmek istedi, aldırış etmediğimi görünce şaşırdığını fark

Pazartesi günü genç bir arkadaşım Cumhuriyet gazetesinden bir habere ilgimi çekmek istedi, aldırış etmediğimi görünce şaşırdığını fark ettim.
Aslında arkadaşımın bana iletmek istediği haber değildi benim umursamadığım.
12 Eylül öncesinden gelen bir alışkanlıktı sadece.
Zaman içinde yumuşamasını beklediğim ancak bir türlü beceremediğim, Cumhuriyet gazetesine soğuk duruşumdu beni ilgisiz kılan.
Belki, 2010 itibariyle bir önyargı, statik, kendi içimde kırılmasının gerekli olduğu bir duygu bu. Ama eylül öncesi öldürülen arkadaşlarımızın, katliamların ölüm yıldönümlerine denk gelen günlerde hassasiyetlerimiz elbette normal günlerdekinden farklı oluyor.
Bu günler anılarımızın 12 Eylül karanlık dehlizinden süzülüp gelirken sol gösterip sağ vuranları da akla getirmiyor değil.
O karanlık dehlizde hayatlarını kaybeden, katliamlara kurban giden arkadaşlarımız, cezası kesilmemiş, hesabı sorulmamış katliamlar, suikastlar...
Soykırımı aratmayan cinayet silsileleri.
Ve sol.
Direnişi Hazreti İsa tavrına indirgeyenler…
Kan kusan silahları çiçek atarak karşılamak isteyenler.
Nasıl olsa sıra bana gelmez diyenler.
Direnenler, aktif bir direniş çizgisinde ısrar edenler.
Çorum Milönü’de, Maraş Yavuz Selim’de, Sivas Alibaba’da, Elazığ Fevzi Çakmak’ta, Ankara Beştepe’de, İstanbul Gültepe’de barikatların arkasında direnenler.
Ve sol basın.
Solda olduğunu iddia eden sol basın.
Cumhuriyet, ülkenin en eski ve önemli siyasi gazetesi.
Faşistlerin “Pravda” dediği gazete.
Yerli Pravda’nın meseleye bakışı;
“Dün sağ sol çatışmasında ülkede 20 kişi hayatını kaybetti.”
“Sağcılar ve solcular çatıştı 5 ölü.”
Devrimcilerin dertlerini gazeteye anlatma çabaları, gazetenin politikasında değişiklik yapmaması.
Ve boykot.
Devrimcilerin gazeteye boykot çağrısı.
Düşen baskı sayısı ve gazetenin tavrında hiçbir değişiklik olmaması.
Her 16 Mart’ta nedense bu olayı hatırlarım.
32 yıldır bulunamayan (!) katilleri, kaybettiğimiz arkadaşları ve sağ gösterip sol vuran çevreleri.
Arkadaşlarımız, kaybettiklerimiz bir daha geri gelmeyecek olanlar.
İdam edilen devrimci Mustafa Özenç’in idama gitmeden önce yazdığı şiiri hatırlarım, böyle günlerde;
O büyük gün geldiğinde,
Ben, kim bilir kaç yıldan beri,
Ebedi yatağımda, toprağın derinliklerinde
Sonsuz bir uykuda uyuyor olacağım.
Ve bir de, tabii; söz müzik anonim Grup Yorum düzenlemesi marşını;
vur ulan köpek dölü / vurduğun her bir ölü
canlanır çiçek açar / her çiçekte bin tohum
her tohumda vurduğun / bin yiğit doğar yaşar