Geçen haftaki yazımızda Hollanda hastalığını tanıtmış, ardından hastalığı tetikleyen unsurları incelemiştik. Bu haftaki yazımızda hastalığın Türkiye için geçerli olup olmadığını değerlendireceğiz....

Geçen haftaki yazımızda Hollanda hastalığını tanıtmış, ardından hastalığı tetikleyen unsurları incelemiştik. Bu haftaki yazımızda hastalığın Türkiye için geçerli olup olmadığını değerlendireceğiz.

Önce hemen belirtelim, Türkiye için Hollanda hastalığı tartışması ilk kez yapılıyor değil. Benzer bir tartışma, işçi dövizlerinin patladığı 1974’lerde de yapılmış. Hatırlanacaktır, geçen haftaki yazımızda işçi dövizlerinin de benzer sonuçlar yarattığından söz etmiştik. İşte, 1974’lerde yaşadığımız söz konusu hastalığı tetikleyen unsur işçi dövizleri olmuştur. Nitekim bu durum, Türkiye’nin de dahil olduğu bazı ülkeler için yapılan ampirik bir çalışmada da kanıtlanmıştır (Nihal Y. Mızrak tarafından kaleme alınan “Hollanda Hastalığı, Makroekonomik Etkileri, Ülke Örnekleri ve Türkiye” başlıklı bu çalışma öncü bir çalışma olup İktisat İşletme ve Finans dergisinin 161. sayısında yayımlanmıştır).

Bu kısa hatırlatmadan sonra, Dr. Kubalı’nın başlattığı bugünkü tartışmaya dönebiliriz. Kubalı, Türkiye ekonomisinin Hollanda sendromu olarak tanımlanan hastalığın pençesinde olduğunu ve bunun sıcak paradan kaynakladığını ileri sürüyor. Kubalı’nın hem hastalıkla ilgili bu teşhisi, hem de hastalığı tetikleyen unsurlarla ilgili tespiti son derece yerindedir. Çünkü sıcak para girişleri yapay bir şekilde döviz bolluğu yaratmakta, bu bolluk ulusal parayı aşırı değerli kılmakta, ardından, dış ticaret ve cari işlemler açığı artmakta, ara malları ithalatı patlamakta ve ülke bir sanayisizleşme sürecine girmektedir. Yani sözü edilen hastalığın tüm belirtileri eksiksiz bir şekilde görülmektedir.

 

PEKİ YA ÇÖZÜM...

Ancak sorunun çözümü o kadar kolay değil. Bildik yollar, Hollanda’nın yaptığı gibi dövizleri harcamayı durdurarak bir istikrar fonu oluşturmak, bugün Çin’in yaptığı gibi sabit sermaye yatırımlarının yol açtığı döviz bolluğunu, dövizlerin yabancı ülkelerin devlet bono ve tahvillerine yatırılmasıyla (bunlara yazında bağımsız servet fonları veya hükümet fonları deniliyor. Böylece bu yolla, uzun vadeli olarak yurtdışına sermaye ihraç edilmiş oluyor) eritmek veya birçok ülkenin yaptığı gibi sıcak paraya Tobin vergisi veya benzeri bir işlem vergisi koymak.

Görüldüğü gibi, çözümler büyük ölçüde hastalığı tetikleyen unsurlara göre şekilleniyor ve çözüm olarak getirilen tüm araçlar ulusal paranın aşırı değerlenmesinin önüne geçmeye çalışıyor. Aşırı değerlenme engellendiğinde, hastalığın belirtisi olarak gözüken yükselen dış ticaret ve ödemeler dengesi açığı, patlayan ara malları ithalatı ve sanayisizleşme süreci gibi sorunlar zaman içerisinde tek tek tasfiye edilmiş oluyor.

Bu durumda Türkiye açısından en uygun seçenek üçüncü seçenek gibi görünüyor. Ancak sıcak paraya dayalı büyümeyi esas alan IMF-Dünya Bankası (DB) patentli program uygulamalarında bu tür bir seçeneğe izin verilmiyor. Dolayısıyla, böyle bir seçenek yakında devreye girmesi beklenen ihtiyari (ihtiyati de deniliyor) stand-by nedeniyle pek mümkün görünmüyor. Doğal kaynak zenginliğinden kaynaklanan (buna yazında “kaynakların laneti” deniyor) sorun çözülebiliyor ama bizim örneğimizde olduğu gibi IMF-DB lanetinden kaynaklanan hastalık IMF-DB devre dışı bırakılmadığında çözüm hiçbir şekilde mümkün olamıyor.

Anlaşılan IMF-DB laneti bu hastalıkla yaşamaya bir süre daha devam edeceğiz…