Show must go on" diye bir laf var hani:"Şov devam etmeli." Öyle bir anlam kazandı ki son yıllarda, biraz da

Show must go on" diye bir laf var hani:
"Şov devam etmeli." Öyle bir anlam kazandı ki son yıllarda, biraz da bütün hayatı bir şov gibi yaşamaya başladığımızdan, neredeyse "Hayat devam etmeli" vurgusuyla söyleniyor. Şovu yarım bırakmak, hayata sırtını dönüp gitmekmiş gibi, inanılmaz geliyor insanlara. Şovu bırakıp içine girilecek gerçek hayatlar olamazmış gibi...

Okuyucunun asla gidemeyeceği mekânlara gidip gelmek, o mekânlarda yemek içmek, bol para sahibi olmayı ve onu harcamayı yüceltmek, bütün bunları anlatıp durmayı farklı hayat tecrübelerini aktarmak sayıp "gazeteciliğin yeni hali" diye satmak... Benzer hayatlar yaşamayı özleyen, yaşayıp da daha çok yaşamak isteyen keratalar, gazete köşelerinden katılıp şova, şov gibi hayatlara giden yolun taşlarını döşüyorlar kendileri için.

Malum, şov sahne ışıkları altında, bütün gözler o ışıkların tutulduğu yere dikilmişken gerçekleşiyor. Piyasa besliyor şovu, pazardaki fiyatınız artıyor, ışıklar sizi gösterdiği sürece. Sadece siz konuşuluyorsunuz ve öyle inanıyorsunuz ki ancak konuşulduğunuz kadar ve konuşulduğunuz sürece varsınız!

Dün BirGün'ün manşetiydi: Kendi adına düzenlenen konferansta konuşan Türkiyeli Kürt yazar Mehmet Uzun, "Yazarlığımın edebiyat dünyasıyla, kitap pazarıyla, şöhretle ilgisi yok" diyor. "Daha fazla aşağılanmamak, daha fazla horlanmamak, daha fazla kovalanmamak" için yazmanın ve "hep mağlupları yazmanın" da insanı yazar yapabileceğini, hem de iyi yazar yapabileceğini gösteriyor. Şovda olmak gibi bir derdi yok Mehmet Uzun'un. O şovun dışında da var olunabileceğini biliyor.

Hayatı medyanın gösterdiğinden ibaret sananlar, medyatik olmayan bir hayatı tanımayanlar bunu nasıl anlasınlar ki? Kameralar göstermiyorsa, bir hayat, hayat sayılmıyor onlar için.

Mehmet Deste ve Mehmet Bekar... İki gurbetçi Mehmet. Tatil için geldikleri memlekette yolları kesişiyor. O kesişme, boşluklarla dolu zorlama iddialara, iddianamelere neden oluyor. "Silahsız bir terör örgütü"nden cezayı yiyorlar. Yaşadıklarının garabetini anlatabilmek için çırpınıyorlar aylarca. Akla gelen her yere e-postalar gönderiyorlar. Ama boşuna. Şov dünyasında değil onlar, gerçek hayatlar yaşıyorlar ve gerçek hayatlar yaşadıkları için, şimdi cezaevine girmeye hazırlanıyorlar. Gerçek dostlar yolcu ediyor onları, bir meyhaneden cezaevine.

Kurtlar ve vadileri, mesela... Işıklar onların üzerinde. Beğenmesem de içeriğini, hemen hiç izlememiş olsam da, ben de karşıyım yasaklanmasına. Peki, günlerdir sansüre karşı aslan kesilenlerimiz, yayınlanmamasını bir sansür faciası olarak yerden yere vuran kalemlerimiz, aynı RTÜK tarafından lisansı iptal edilerek tamamen susturulan "Anadolu' nun Sesi Radyosu"nu neden görmüyorlar? Şovun bir parçası olmadığı için mi?

Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD), Almanya'da radikal dinciler tarafından ölümle tehdit edilen meslektaşımız Metin Gür'ün korunmasını talep etti. Yıllardır, Türkiye kökenli, İslamcı gruplarla ilgili araştırmalar yapan ve bu yüzden ölüm tehditleri alan Gür'ün sesini duymamız için mutlaka ölmesi gerekmiyorsa, sahne ışıkları altında yaşayan biri mi olması gerekiyor?

Hayat bir şov değil ve şovlardan çok daha sahici. Ama gelin de anlatın bunu, anlatabilir-seniz. Zeynep Tokuş diye bir kadın; oyuncu, anne, eş, zarif mi zarif, buzda dans ediyor, partneriyle düşünce bir gün, abuk sabuk haberlerine malzeme oluyor medyanın. Kimileri ışıkların böyle bile üzerlerinde olmasından keyif alır, sadece o ışıklar sayesinde var olurken, o "ben küçük hayatımda mutluyum" deyip şovu terk etmek istiyor.

Şovsalakların ezberi bozuluyor. Şovun terk edilebileceğini düşünemiyorlar. Sunucu "eski arkadaş olmanın hukukuyla", bir şey söylemek istemeyen kocaya bir şeyler söyletmeye çalışıyor. "Eski arkadaşlık hukuku" "mecburen" bir evliliği "kurcalamaya" vesile ediliyor.

Kadın, parçası olduğu şovu terk etmek istiyor. Şovun dışında da bir hayat olduğuna işaret ediyor, sahici bir hayat. En iyisi bu; bırakın şov yarım kalsın. Zaten, ne oluyorsa, o küçük gerçek hayatlarda oluyor!