Askerî darbe, sivil gasp için yapılır. Gasp düzeni bir kere oturtuldu muydu da artık askerlere ihtiyaç kalmaz.

Askerî darbe, sivil gasp için yapılır. Gasp düzeni bir kere oturtuldu muydu da artık askerlere ihtiyaç kalmaz.

12 Eylül’ün getirdiği bütün yasak ve kısıtlamalar misliyle sistemin içine yedirilerek sürdürülüyor; ama, en önemlisi, fiilî siyaset yasağı; yani yüzde 10’lu seçim ve hazine yardımı sistemi…

‘İstikrar için’miş: Darbe ürünü rejimin en istikrarlı kıldığı, neredeyse otuz yıllık bir katliam ortamı, ‘terörle mücadele’ adı altında. ‘Terorist’ diye öldürülenler, ‘terör’e karşı ölüme gönderilenlerin on misli; ama, her nasılsa ‘terör’ bir türlü bitmiyor; dolayısıyla, ‘terörle mücadele’ de.

‘Terörle mücadele’, aslında neo-liberal sömürü ve ezme düzenini sürdürmek açısından stratejik bir tercih de, işte o yüzden bitmiyor. Her şeyinden koparılmış milyonlarca Kürt sayesindedir ki, yine milyonlarca emekçi kaçak, kayıt-dışı, örgütsüz, güvensiz, güvencesiz çalışmaya razı olmanın ötesinde kendi cellatlarından medet umar hâle getiriliyor.

Bu düzende, özellikle de AKP döneminde  iki şey daha iyice istikrar kazanıyor: Ölümlü iş kazalarındaki ve kadın cinayetlerindeki artış. Birincisinde Avrupa şampiyonluğu yetmiyor, Dünya şampiyonluğuna oynuyoruz; kadın cinayetleri ise 2002’den 2009’a on dört misli artıyor, yılda 50-60’tan 800lere ulaşıyor.

Bu artışta, AKP’nin kadını ikinci sınıf gören ideolojisi ve de kadını insan olarak görmeyip örterek/kapatarak görünmez kılan, burnunu kesip işkenceyle öldürmeyi kendine hak gören rejim, lider ve hareketlerle içli dışlı ilişkileri, açık veya örtülü ittifaklarının ülkede yarattığı hava tabiî ki etkili. Ancak şu da çok önemli: Meclis kürsüsünden “… ispatlamayan, oraya üç nokta koyuyorum…” türünden lâflar etmekte, beis görmeyen, Meclis Başkanını haşlayabilen, Almanya’da gurbetçilerimizin huzurunda büyükelçiyi azarlayan, ‘ulan’lı-‘anan’lı ifadelerle vatandaşa hakaret eden, “aksırana, tıksırana kadar…”la insanları aşağılayıp ‘eşkıya’ diye hedef gösteren, ağzından ‘cibiliyetsiz’ ‘şerefsiz’ sözcükleri düşmeyen, hukuka bakışı/hükümet etme anlayışı da korsan taksiciler konusunda devlet yetkililerine “sadece yasal karşılığı nedir diye bakmayın…” talimatını vermesinde billurlaşan bir başbakan varken, sıradan insanların da işlerini hâlletmek, hesaplarını görmek, hedeflerine ulaşmak konusunda gerek psikolojik gerekse fiziksel şiddet kullanmaya yönelmeleri hiç de beklenmedik bir gelişme değildir.

Durum vahimdir; vahimin de vahimi ise, başbakan hem bütün bunları yapmakta, hem de muhalif siyasetçileri ‘külhanbeyi edebiyatı kullanmak’ ile suçlarken, hemen hemen hiçbir ciddî eleştiriye muhatap olmaması ve bu durumun da insanların zekasızlık veya izansızlığından değil, başbakan ‘korku’larından kaynaklanıyor olup, bu korkunun ise hiç de temelsiz olmamasıdır.

Bu korku temelsiz değildir: Malî, idarî, adlî cezalar ve/veya ceza tehditleri, borsayı bile manipüle etmeyi göze alan, “bitaraf olan, bertaraf olur” tehditleri, Silivri’ye gönderilmiş olma örnekleri; ama bütün bunları zikretmeye hiç gerek bırakmayacak derecede çiğ ve taze ‘gözdağı verme’ örnekleri olarak Nuray Mert’in kilitleri kırılan bavulları ve Ahmet Hakan’a yapılan ‘sabaha karşı otel odası’ baskını…

Evet, köyünden göç ettirilecek pek fazla Kürt kalmamıştır, aynı ölçüde de ordunun stratejik önemi de azalmıştır; bu durumda mevcut ‘korsan’ kapitalizmi sürdürmek ancak sivil görünümlü bir faşizmi kurumsallaştırmak gerekmektedir ve de AKP bu iş için önümüzdeki seçimden muzaffer çıkmayı beklemekte; o güne kadar da elinden gelen her yolu deneyecek gibi görünmektedir.

Hizbullahçıların en gözü kara canilerini göz göre göre aramıza, özellikle de Güney Doğu’ya salmış, KCK operasyonları ve davası adı altında insanları baskı altına almış bir iktidara bakarken aklımızdan hiç çıkartmamız gereken husus ise, insanların telefonlarına ‘sehven’ adres monte edenlerin, ‘sehven’ suikastçı imâl etmekten de çekinmeyecekleridir.

Seçimlere çok az kalmışken, hak ve adalet kavramlarından zerre nasip almış ve ülkede kan akmasına son vermekten yana olan herkesin yapmak zorunda olduğu şey, yüzde on barajlı bir seçimin sonuçlarının  gayri meşrû olacağını peşinen ilân edip, sıfır barajlı bir sistemin kabûlü yönünde, hiçbir ideolojik fark gözetmeksizin, ‘milletvekilliği çalma’ ve ‘millî iradeyi gaspetme’ye karşı çıkan unsurların tümünü kapsayan bir ‘dürüstler cephesi’ kurma işine girişmesidir.