Her şeye rağmen yaşama sevincini kaybetmemiş olmak, yanına sadece onu alıp, yanında sadece o, bir kez, bir kez daha denemek, ailen, çocukların ve kendin için bir şeyler....

Her şeye rağmen yaşama sevincini kaybetmemiş olmak, yanına sadece onu alıp, yanında sadece o, bir kez, bir kez daha denemek, ailen, çocukların ve kendin için bir şeyler yapamama çaresizliğinin karanlığında yine de geçmişten geleceğin üzerine düşen bir ışık gördüğünü çekinmeden herkese belli etmek; işte bir tek bunları eğlencelik haline getiremiyor televizyon, televizyon ekranı. Stüdyosu.

Ölümü, cinayeti, savaşı bile altına bir müzik döşeyip, kadraj, montaj, rahat koltuklarımızdaki rehavetimize hercümerç eden televizyon, bir tek işsizlik, bir tek işsizliğin çaresizliği ve gururlu inadını eğlence haline getiremiyor, bir tek bundan "keyifli" bir program üretemiyor.

Tam da sönmesinin beklendiği bir yerde, işsiz adamların ve kadınların çehrelerinde tam tersine bir tek o yandığı için daha da net görünen, bu en parlak haliyle yaşama sevincini, tam da burada böyle parladığında bütün haklılığı da, hakedilmişliği de görünen yaşama sevincini, ciddiye almak zorunda kalıyor, ciddiye alıyor televizyoncu da, televizyon seyircisi de artık. O ihtişamlı, o onurlu insani durumu.

Yalçın Çakır"ın Flash TV"deki "İş Peşinde" adlı programı televizyonun eğlence stilini tersyüz eden, dağıtan, yanıltıcı kadrajını kıran ve böylelikle vicdanımıza ve empati yeteneğimize gerçekçi bir özdeşleşme üzerinden seslenen tek program olsa gerek Türkiye televizyonlarındaki.Geçen gece saat 00.30"dan 02.30"a kadar, bu programı, ucuz işgücü arayan patronlarla işsiz insanların bir televizyon stüdyosundaki karşılaşmalarını seyrettim. Patronlar, işyeri sahip ve yöneticileri istedikleri kadar alicenaplık, sorumlu yurttaşlık, babalık numaraları çekmeye çalışsın, bu berbat düzen ve onun karşısındaki insanın durumu, kapitalizm ile insanın arasındaki çelişki ayyuka çıkıyor, açıkça görünüyor, ekranlara yansıyor bu programda, bu programla. Televizyon yayıncılığının manipülatif teknik ve stilinin gizleyemediği bir parıltı, her şeye rağmen yaşama sevincini kaybetmemiş işsizlerin ihtişamı ve karşısında bu sefil düzen.

Asgari ücret karşılığı sabahtan akşama sırtında ev eşyası çıkarıp indireceği nakliye işi için kış ortasında işyerine daha yakın bir eve taşınmaya razı gelen 3 aylık bebek babası ve evinin kirasının 280 YTL olduğunu öğrendiğinde ona 350 YTL"lik, işyerine yakın bir eve taşınmasını öğütleyen, böylelikle bir saat daha fazla uyuyabileceğini dalga geçer gibi hesaplayan patron. 70 YTL"nin o genç baba için ne ifade ettiğini ama hesaplayamayan.

Sonra aynı patronun, ailesini Diyarbakır"da bırakıp İstanbul"a gelmiş, bir otelde kalan hamaliye taliplisi Bekir"i "Biz evini taşıdığımız herkesi kendi ailemiz gibi görürüz, yanlış anlama ama yoldan geçeni de bu işe alamayız" diyerek reddetmesi. Bekir"in bunu anlayışla karşılaması. Öyle vakur ve öyle hazır.

Ve 50"ye yakın üniversite mezununun doğalgaz sayacı okuma işine seçilmek için stüdyonun sahnesine dizilişi, doluşması. Gencecik iktisat ya da öğretmen okulu mezunları. Aralarına yaşı kemale ermiş bir öğretmen emeklisi de karışmış.

Öfkeyle seyrediyorum bunları.

Öfkemin bir kısmı da bize, kendimize yöneliyor o zaman.

Kariyer hırsımıza, iktidar tiryakiliğimize, küçük hesaplarımıza ve kavgalarımıza, kibirli rehavetimize, ideolojik kılıflarımıza, faydacı aidiyetlerimize, çileci şıklığımıza, uzlaşmaz ihtiraslarımıza...

Gizlesek de görünen memnuniyetimize...

Geç kalışlarımıza, her defasında geç kalışlarımıza...

Böyle kararlı bir araya gelemeyişlerimize...

Böyle kararlı bir arada olamayışlarımıza.

O stüdyodaki ihtişam ve hüzünlü yaşama sevincini cezbedecek bir siyasi heyecan uyandıramayışımıza.

Yöneliyor öfkem.