Kasvetli birgün. Yağmur bulutlarının şehri griye boyadığı bir sabah... Tüm gazeteler yazmış olmasına rağmen, ünlü düşünür Andre Gorz'un karısıyla...

Kasvetli birgün. Yağmur bulutlarının şehri griye boyadığı bir sabah... Tüm gazeteler yazmış olmasına rağmen, ünlü düşünür Andre Gorz'un karısıyla birlikte intihar ettiği haberinden günler sonra haberim olmuştu. Sadece 'İktisadi Aklın Eleştirisi' adlı kitabı bile, onu bir düşünür olarak saygıyla anmak için yeterli. Ama bir düşünürün ölmesinden çok, ölüm nedeni ve şekli sarstı beni bu haberde. 58 yıldır birlikte olduğu karısı Dorine'in kanser olması ve onun ölümüne katlanamayacağı gerçeğinden hareketle, Vosnon adlı köydeki evlerinde, karısıyla birlikte el ele ölüme gitmişti yaşlı filozof. Eve giren polisler, 84 yaşındaki Gorz ve 83 yaşındaki karısı Dorine'i yerde el ele uzanmış buldular. Günler sonra, bir komşularının merak etmesiyle anlaşılmıştı öldükleri.

Andre Gorz, daha bir sene evvel, yazdığı son kitabında (D'ye Mektuplar) karısına şöyle seslenmiş: "Yakında 82 yaşına basacaksın. 6 santim kısaldın, kilon 45'e indi. Ama hâlâ güzelsin, zarifsin, çekicisin. 58 yıldır birlikte yaşıyoruz. Ve şimdi seni her zamankinden daha çok seviyorum. Kısa bir süre önce sana bir daha âşık oldum. Ve şu göğüs kafesimde, ancak senin sıcaklığının yatıştırabileceği derin bir boşluk taşıyorum."

Üzülmeli mi Gorz için. Hayır. 58 yıl boyunca birisini sevebilmesi, 84 yaşındayken bile yaşadığı aşkı canlı tutmayı başarabilmesi, imrenilecek bir durum. Genellikle, insanların yaşlandıkça hayata daha çok bağlandıkları bilinir. Hayat onlar için daha fazla alışkanlık halini almış, geçen yılların biriktirdiği anılar onları daha çok hayata bağlamıştır. Bu yüzden Gorz'un karısıyla birlikte intiharı seçiyor olması, bu yargıyı bir parça çürütüyor. Genç bir insanın hayata harcadığı emek daha az olduğu için, yaşlılara göre ölüme karşı daha korkusuz oldukları ve ölümü hiç umursamadıkları söylenir. Tabii buna itiraz edenler de var. Örneğin Paul Nizan... Bana göre sıkı bir roman olan 'Fesat'ta Nizan şöyle bir itirazda bulunur: "Gençler pek ender sözünü etseler de, sözünü etmekten utansalar da, ölümü herkesten daha fazla ve sabırla düşünürler." Sanırım, gençleri ve yaşlıları birbirinden ayıran şey, bir tarafın sabırla ölümü düşünüp ölümden korkmaması, diğer tarafın sabırla yaşamı düşünerek ölümden korkması. Bu yüzden yaşlılar, hayatlarındaki en ufak değişiklikten ürker hale gelirler. Evlerindeki eşyalara ve düzene bile daha çok bağlanırlar. Bir arkadaşım, anneannesinin evde en ufak bir değişikliğe bile izin vermediğinden, işe yaramaz bir masayı bile nasıl binbir güçlükle evden uzaklaştırdıklarından bahsetmişti. Belki de, bazı 'ihtiyar' aydınlarımız, arkadaşımın anneannesinin o işe yaramaz masayla kurduğu ilişkinin bir benzerini, felsefi, siyasi ya da sanatsal pozisyonlarında yaşıyor olabilirler. Düşüncede ve sanatta her tür yeni fikir ve eyleme endişeyle yaklaşıyor olmalarının nedeni, belki de bu kadar basit bir reflekste gizlidir. Birgün, acaba o masa gibi, biz de tedavülden kalkacak mıyız korkusu, belki de onları bu kadar çok iktidar meraklısı yapıyordur, kimbilir. Tabii bunun tam tersi reflekslere sahip yaşlılar da var. Örneğin eleştirmenlerimizden Hüseyin Cöntürk... Kaf-ka'nın bir sözünü hatırlıyorum böyle anlarda: "Yaşam, alışkanlıklar ve tedirginlikler sunar insana." Belki de gençleri korkusuz yapan da, daha az alışkanlıklara ve tedirginliklere sahip olmaları.

Bir intihar olayından, nerelere geldik. Ama işin ilginç tarafı, bir arkadaşımın tavsiyesiyle Romain Gary'nin, Emile Ajar takma adıyla yazdığı 'Yalan-Roman' adlı kitabını okuyor olmam bugünlerde. Romain Gary de, Andre Gorz gibi intihar etmiş. Üstelik intihar sebebi de benzer. Meşhur bir sinema oyuncusu olan karısı Jean Seberg, arabasında ölü bulunduktan tam bir yıl sonra, Seberg olmadan yaşayamayacağına karar verip intihar etmiş Romain. Seberg'in ölümünün intihar mı, yoksa ABD'de siyahların kurduğu ve an-ti-ırkçı silahlı eylemler de yapmış bir örgüt olan Kara Panterler'le ilişkisi olduğu için Cl-A tarafından mı öldürüldüğü konusunda tartışmalar, günümüzde de sürüyor. Aslında Seberg onu, ölmeden önce, bir başka romancı Carlos Fuentes için terk etmişti.

Bu aralar okuduğum 'Yalan-Roman'ın yazarı Emile Ajar ile Romain Gary'nin aynı kişi olduğu da, yazarın ölümünden sonra ortaya çıkan bir skandal. Çünkü yazar, Gon-court Ödülünü, hem Romain Gary, hem de Emile Ajar olarak iki defa almış ve hiç kimse, Emile Ajar'ın gerçekte Romain Gary olduğundan şüphe etmemiş. Hatta Emile Ajar'ın Paul Auster olduğunu iddia edenler bile olmuş. Bu skandali düşününce, aklıma Ali Teoman hadisesi geldi. Ali Teoman da, hayatı boyunca hiç öykü yazmamış bir bayanın adıyla Haldun Taner Öykü Ödülü'nü kazanıp, 16 yıl boyunca bunu saklamış ve bu sırrı bir söyleşisinde açıklamıştı. Acaba Ali Teoman, bu sırrı hayatı boyunca saklasaydı, biz aslında o kitabın (Gizli Kalmış Bir İstanbul Masalı) sırrını çözebilecek miydik?

Ben bunları düşüne durayım, çalıştığım iş yerine bir telefon geldi. Bana mutlaka oku diye 'Yalan-Roman'ı veren arkadaşım, Romain Gary'nin yine bir kandırmaca yapıp gerçekte ölmediğini, Emile Ajar adıyla Türkiye'ye giriş yapıp İstanbul'da bir otele yerleştiği bilgisini edindiğini söyledi. Hatta bana otelin adını dahi verdi. Ama yazarın, bir haftalığına şehir dışına çıktığını, ancak döndükten sonra onu görebileceğimizi de söyledi. O kadar heyecanlıydı ki, bir an bunun doğru olabileceğini ben de düşündüm. Eğer öyleyse, haftaya Romain Gary, yani Emile Ajar'la karşılaşmam olası. Okuduğum kitaplar ve yaşadıklarım, bana her tür sürprizin mümkün olabileceğini defalarca kanıtladığı için, şimdilik arkadaşıma inanma eğilimindeyim.

Romain Gary'nin cesedinin yanında bulunan notta şöyle yazıyormuş: "Çokeğlendim, teşekkür ederim. Hoşçakalın." Belki de hâlâ bizimle eğlenmeye devam ediyordur.