Kimi arkadaşlarım ya da bazı Birgün okurları son iki pazardır yazdığım 'kedi-köpek mevzuundan' pek memnundular. "En azından pazar günleri böyle git" dediler...

Kimi arkadaşlarım ya da bazı Birgün okurları son iki pazardır yazdığım 'kedi-köpek mevzuundan' pek memnundular. "En azından pazar günleri böyle git" dediler, "hep siyaset hep siyaset... Biz de sıkıldık valla!"

Hatta birkaç dostum teşvik bile etti, "Pafı'nin maceraları ne zaman başlıyor" diye... (Bu arada Pafi, bizim kedinin ismi... Yani adaya gitmekten hazzetmeyen evdeki yaşlı tembel.)

Bundan ne tür bir mesaj çıkarmalıyım tam bilemedim.

BirGün gibi sol ve muhalif bir gazetenin sürekli okuru olmak kolay değil. Malum, hâlâ solda durmak, hâlâ muhalif olmak şimdilerde bizim ülkemizde pek muteber sayılmıyor. Hele ki, bunun bir gereği olarak her gün 75 kuruş ödeyip gazete satın almak az-buz şey değil. (Yeri gelmişken gazeteyi internetten okumakla yetinenlere de bir selam gönderelim!)

Hâl böyleyken, BirGün okuma kararlılığına sahip arkadaşların bile zaman zaman siyasetten sıkılabiliyor olmaları, üzerinde düşünülmeye değer.

* * *

Bunu normal karşılamak elbette mümkün.

Hayat siyasetten ibaret değil. İbaret olmadığı gibi siyasetin dışında ve ondan çok daha renkli, zengin, enteresan yanları var, çok şükür. Birgün okurları için bile...

Hatta geçenlerde birkaç gün birlikte vakit geçirdiğimiz, aslında Birgün okurlarının da yakından tanıdığı önemli bir 'siyaset adamı'ndan siyasetten ziyade briç hikayeleri dinlemiştim. Dolayısıyla Birgün okurlarına 'haksızlık' yapmış olmayayım. Bu işe hayatını vakfetmiş insanların bile siyasetle ilişkilerinde bir 'dayanma sınırı' var. Onlar da sıkılabiliyorlar.

Bir başka neden... Türkiye'ye özgü siyasetin insanın sıtkının sıyrılmasına sebep olacak kadar bıktırıcı bir 'işlerin daha da kötüye gitmesi' diye özetlenebilecek bir rota izlemesi... Hem de ısrarla! Kırk küsur yıllık (lütfen 'küsur'un ne olduğunu sormayın) fani ömrümde, "Oh be! Ne güzel oldu. Böyle giderse yarın çok daha güzel ve aydınlık olacak" dediğim bir günü hatırlamıyorum. Yani siyasi bağlamda...

Mesela benim şöyle bir 'siyasi analiz' yöntemim vardır, bilmem daha önce bundan söz ettim mi? Diyelim ki, ülkemiz kritik bir siyasi dönemeçte ve olumlu ya da olumsuz muhtelif ihtimaller belirdi. Hepsini alt alta yazın ve en kötü ihtimalin yanına bir işaret koyun. Bu kadar basit. Nitekim kısa süre sonra yanılmadığınızı göreceksiniz. Belki sizi başlangıçta 'çok karamsar' bulacaklar ama bir zaman sonra 'analizleriniz' dikkate alınacaktır.

İkna olmadınız mı?

Öyleyse şu sorulara birlikte cevap arasak...

Mesela... Önümüzdeki 5 yıl içinde, devrim olma ihtimali mi yüksek yoksa askeri darbe mi?

Efendim? Çok mu abarttım. Peki, şöyle soralım:

Önümüzdeki 5 yıl içinde güzel vatanımız bugünkünden daha özgür, daha müreffeh, daha huzurlu bir ülke mi olacak... Yoksa kendisini 'türban' ve 'postal'da sembolize eden bir iktidar kavgasının itiş kakışı içinde kaybettiği yıllara ah-vah eden kadersiz bir ülke mi?

Soru bu. Cevabı size kalmış.

Ayrıca... Bu yöntemin ne kadar işe yarar olduğunu kanıtlamak için yakın tarihten sayısız örnek verebilirim ama şimdi uğraşmak lazım... Sanırım bunu siz de istemezsiniz.

Gelelim üçüncü nedene... Yani, siyaset yazılarından arada bir bunalan okurların bir başka nedenine...

Evet, demeye pek dilim varmıyor ama... Bu ihtimali de gözardı edemeyiz.

Okur, belki de bu satırların yazarının siyaset yazılarından sıkılmış olabilir. Yani kişisel bir durum... Kimbilir, "Ya sen kedi-köpek mevzuuna devam et, iyi oluyor" derken, belki de kibarca uyarıyor beni...

Bilemiyorum... Eğer durum gerçekten böyleyse... Benim oturup düşünmem gerekecek.

Hay Allah! Aslında cuma günü yazdığım yazı "Bu konuya devam edeceğiz" diye bitiyordu ve benim niyetim bugün, TSK'nin orta vadede AKP'yi 'çatlatma' maksadıyla 'kontrollü stres' politikalarından... AKP'nin de buna mukabil demokratik haklar ve Kürt meselesi konusunda geri bir pozisyona çekilerek 'asli sahiplerle' uzlaşma zemini arayışına girme ihtimalinden söz etmekti...

Ama dediğim gibi... Üçüncü ihtimal üzerine benim bir düşünmem lazım!