Haziran ayında seçimler var. Sekiz yıl önce AKP, kabul etmek lazım ki, iktidara gümbür gümbür gelmişti.

Haziran ayında seçimler var. Sekiz yıl önce AKP, kabul etmek lazım ki, iktidara gümbür gümbür gelmişti. Şimdi ise iktidarını totaliter bir rejime çevirmek üzere tıngır mıngır yol alıyor.

Ve bu hakikat nedeniyle, gidişatın farkında olan bünyelerde tansiyon fırlıyor...

Yüksek tansiyonda, ben yaştakiler bilir, çınlama olur; yani tahammül ötesi bir çınlama, iç ses olarak bünyeyi perişan eder... Dışarıdan duyulmaz, belki bu yüzden daha da fecidir, senin için dayanılmaz olan o ses, başkası için tam bir sessizliktir.

Şimdi toplumsal tansiyon da yüksek, ama herkes işinde gücünde gibi... Havada hissedilir bir elektrik var, ama hiç kimse farkında değilmiş gibi... Daha doğrusu büyük çoğunluğun hiçbir şey umurunda değilmiş gibi... Ama zaten hep “böyle” olmaz mı? 2011 yılına girizgâh babında son bir haftada meydana gelenler elektrikli sükûnetin, haykıran sessizliğin curcunasından başka bir şey değil ki...

Mesela RTÜK yasasıyla Başbakan 12 Eylül MGK’sinin yetkilerine sahip oldu, görsel medyada beğenmediği programı kaldıracak, kafasını şişiren televizyon kanalını kapatacak... Belli ki bu yetki bir süre sonra yazılı medyaya da aktarılacak. Artık onu kim tutar ki? Her şey iki dudağının arasında...

Tutukluluk süreleri gerekçesiyle gerçekleşen son tahliyeler ise Yargıtay’ın tasfiyesine malzeme edilmeyecek mi?  Hatırlarsınız, devlet kurumları önce çalıştırılmaz hale getirilmiş, sonra büyük bir şamatayla tek çare olarak özelleştirme gösterilmişti. Şimdi de aynı tezgâh... HSYK’dan sonra Yargıtay da yürütmeye tabi kılınıyor, engel olmaktan çıkarılıyor. “İleri demokrasi” yolunda tıngır mıngır...

İşte böyle, AKP’nin elinde neşter, sadece devlet kurumlarını değil toplumu da ameliyat ediyor, tıngır mıngır. “Anestezi”, en fazla uzmanlaştığı alan; önce uyuşturuyor ve ardından kesiyor, biçiyor. Daha önce de yazmıştım: Oranları ancak on binde bir filan olan bazı bünyeler, ameliyat esnasında anestezi altındayken aslında olup biteni fark edebilirmiş. Şu ülkede bizlerin (sosyalistlerin) oranı da ancak on binde bir; elimiz kolumuz bağlanmış halde, anestezik farkındalık yaşıyoruz.

Haziran seçimlerinden sonra bu düzen daha sıkı tahkim edilecek, AKP totalitarizmi yerleşecek ve her şey daha beter hale gelecek... Ama bütün bunlar ezici çoğunluğun (ve aslında ezilen çoğunluğun) umurunda değilmiş... Ne güzel, “demokrasi” işte böyle bir şeymiş... Anestezi altında olmaya, demokrasi derlermiş...

Peki, AKP bütün bu anestezi becerisini nereden buluyor? Her şey bir yana, kendi asıl yapmak istedikleri arasına, farklıymış, yaptıklarına aykırıymış gibi bazı başka şeyleri de katıyor, karıştırıyor ve böylece insanların aklını torbaya çeviriyor. Attığı her adımda, bir yandan karşı taraftaymış gibi görünüp aslında kendisine temenna çeken sağdan, soldan, liberalden muhafazakârdan şakşakçılar bulabiliyor... “Tamam” dedirtiyor, “AKP’nin kötü huyları da var, ama hakkını verelim aha şunları da yapıyor!”

1950’lerde DP “artık yeter!” martavalıyla müesses nizamı ele geçirmişti, AKP de “yetmez ama evet!” şiarıyla, elinde neşter, “yetmez ama evet” dedirte dedirte yol alıyor, kendi totaliterliğini pekiştiriyor ve her cenahtan yandaşıyla beraber yürüyor bu yollarda...

İşte bunun adı da, kontr-politika!

Dünyanın her yerinde sömürü sistemlerine karşı itirazını, parça parça, biriktire biriktire sürdüren, düşmanın beklemediği yer ve zamanda onu yıpratarak güçsüzleştiren ve direniş için güç biriktiren ve inisiyatif kazanan “gerilla tarzı” karşısında, zalimler de yine dünyanın her yerinde “kontrgerilla tarzı”nı icat etmişlerdi... Gerillayı taklit ederek, muhalefeti itibarsızlaştırarak, sanki onun yaptıklarını yapıyormuş gibi davranarak...  İşte bu kontrgerilla madalyonunun öbür yüzü de kontr-politika...

AKP de şimdi böyle yapmıyor mu? Yeri geliyor, muhalif bir hareketmiş, mağdurmuş gibi davranıyor, bu yetmeyince muhalefetin taleplerini de üstlenmiş gibi davranıyor... Bu da yetmeyince küresel güçleri yanına çağırıp caka satıyor, tehdit ediyor.

Sosyalizmin tanımını AKP normlarına göre değiştirip sosyalizmden vazgeçenler de, işte bu kontr-politikanın cepheden saldırısının “korucuları” haline gelmediler mi?

Neyse ki, anestezik farkındalık altındayız, acı çeksek de aklımız, bilincimiz yerinde: Çünkü sömürü, zulüm ve eşitsizlik var olduğu sürece, sosyalizm, devrimcilik de yok edilemiyor, ameliyat altında bile öldürülemiyor.

İşte bu yüzdendir ki, tıngır mıngır kontrpolitikayla kurulan totalitarizmler, kendilerini gümbür gümbür yıkacak halk muhalefetlerine de gebedirler... Şimdi iç ses olarak duyduğumuz çınlamalar, mazlumların çığlığı olarak da yankılanacaklar.

Çünkü, tansiyon giderek yükseliyor...