Sonunda listeler açıklandı.

Sonunda listeler açıklandı. Parti başkanları, ‘beraber yürüdük biz bu yollarda’ şarkısını söyleyebileceği uyumlu sesleri çevresine topladı. Böylece, demokrasimizin en canlı örneklerinden biri olan ‘üç beş kişinin tercihiyle milletvekili aday listesi hazırlama’ çalışmasının sonunda, Meclis’in kaldır deyince kalkacak, indir deyince inecek parmakları da aşağı yukarı belirlenmiş oldu. Halkın değil, parti başkanının seçtiği vekillerin kime karşı kendini sorumlu hissedeceği bir sır değil ne de olsa. Böylece, liste dışında kaldığı için kızanlar, küsenler ve laf sokup kaçanların ardından gözler, seçim yarışını başlatacak düdüğün ne zaman ve nerede çalacağına çevrildi. Haftalar öncesinden televizyon ekranlarında Kılıçdaroğlu’nun reklamlarını görüp, CHP’nin seçim yarışına herkesten önce başladığını düşünenler ise yanıldı, çünkü beklenen o düdük Çarşamba günü Strasbourg’da çaldı.

***

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Genel Kurulu’nda konuşan Başbakan Erdoğan, ‘yarışa öyle değil böyle girilir’ dedi ve Avrupa’ya konuşuyormuş gibi yaparak Türkiye’deki seçmenlerine seslendi. ‘Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla’ hesabı. Konuşmasının rotasını öyle bir Türkiye’ye kırdı ki, bir ara kendisini dinleyen Avrupalı parlamenterlerden birine, “Siz Türkiye’ye Fransız kalmışsınız” dedi. Çevirmenlerin o sırada işi bıraktıkları, kulaklıklarından ses gelmediği için anlamsızca birbirlerinin yüzüne bakan parlamenterlerin kameraya yakalanmasıyla anlaşıldı. Başbakanın hemen yanında oturan Bakan Faruk Çelik’in yüzünde ise, koca Avrupa’yı dize getiren bir padişahın veziri olma gururu okundu.

***

Soru cevap bölümünde Başbakan Erdoğan’a, daha piyasaya çıkmadan toplatılan ‘İmamın Ordusu’ kitabı soruldu. Başbakan, “bombanın hazırlanmasında kullanılan malzemeleri kullanmak da suçtur” diyerek bomba hazırlığını kitap hazırlığıyla eşdeğer tuttuğunu gösterdi. Tutuklu gazetecilerle ilgili sorulan soruyu da, “yazılarından dolayı değil, suç örgütleri ve darbecilerle olan ilişkileri nedeniyle tutuklular” diyerek kestirip attı. Gazetecilere, yazdıkları dışında tek bir soru sorulmamış olsa bile... İleri demokrasinin hüküm sürdüğü Türkiye’ye sorulan diğer bir soru yüzde 10’luk seçim barajıyla ilgiliydi. Avrupalı parlamenterlerin sorduğu sorular içinde Başbakanın en rahat cevap verdiği soru da bu oldu. “Yüzde 10 barajını indirmek demokrasiyle ilintili değildir. Ayrıca ne yapacağımızı size soracak değiliz.” Tahmin edersiniz ki, bu son cümleden sonra kimse Başbakan’a, seçim barajının neyle alakalı olduğunu sorma cesaretini gösteremedi.

***

Başbakan, Türkiye’ye Fransız kalmakla suçladığı Fransız parlamenterin, bütün dini azınlıkların ibadet haklarını ve ibadetlerini nasıl garanti edebilirsiniz sorusuna karşılık garanti olarak kendisini gösterdi. Her kim ibadetini yapamadığını söylerse, konuyla bizzat ilgileneceğini belirtti. Ancak bu noktada, soruyu soranın ve cevaplayanın da kaçırdığı şey, dini özgürlüklere sahip olmanın sadece bir azınlık hakkı olmadığı. Bu ülkenin milyonlarca Alevi yurttaşının ibadethanesi olan cemevleri, kültürevi olarak adlandırılmaya mecbur bırakılıyor, Alevilik de dinden sayılmıyor. İnanç haklarına aykırı bir şekilde sürdürülen zorunlu din dersi uygulamasıyla, Alevi çocuklar Sünni İslam odaklı bir eğitime mecbur bırakılıyor. AKPM’de yaptığı konuşmasında, Türkiye’deki bazı manastır ve kiliseleri ibadete açarak dini özgürlükler konusundaki hassasiyetini anlatan Başbakanın, bu hassasiyeti milyonlarca Alevi yurttaşından da esirgememesini beklemek tuhaf olmasa gerek.

***

Belli ki, Başbakanın AKPM’de yaptığı konuşma günlerce tartışılacak. Yeni ‘one minut’ gazının, seçim bölgelerinin üzerindeki yayılım hızı ve etkisi gözlenecek, analizler yapılacak. Avrupalılar ünlü Türkiye özdeyişi ‘Fransız kalmak’ı kendi dillerindeki en doğru tercümesiyle sindirmeye çalışırken, biz de Amerika’nın Ankara Büyükelçisi Ricciardone’nin, basın özgürlüğü ve gazeteci tutuklamalarıyla ilgili sorulan bir soruya, “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” diye cevap vermesinin ironisiyle meşgul olacağız. Kimi, Ortadoğu’dan sonra Avrupa’yı da dize getiren bir Başkanı olduğu için gururlanacak; kimi de, düşünecek. İnsan karşısındakini “sana ne” diyerek mi dize getirir, yoksa bütün olumsuz beklenti ve önyargıları yerle bir edecek girişimlerde bulunarak mı? Hata arayan ağızları susturmanın yolu azar değil, ağızlara o soruları vermemektir. Güç budur.