Hemen herkes ‘yeni anayasa’ diyor: Demokratikleşme içinmiş.

Hemen herkes ‘yeni anayasa’ diyor: Demokratikleşme içinmiş.

Demokratikleşme, bir süreçtir; doğrudan yasa ve anayasayla gerçekleşmez; başka bir ifadeyle, yolu önceden çizilmez; karşılaştığı engeller kaldırılarak yolu açılır.

Şunu da hatırlayalım: Klasik anlamda, en eski demokrasi olan İngiltere’nin yazılı anayasası yoktur.

Bir de sivil anayasa kavramını vurgulayanlar var; ki, bunlar yirmi beş sene önce Özal’ın şortla asker teftiş etmesini sivilleşmenin geri dönülmez noktası olarak ilân edenlerin soyundan: Özal şortunu da çıkartmış olsaydı, ne biçim sivilleşmiş olurduk.

12 Eylül askerî darbesinin esas sahibi, sivil Özal’dır; kendisi, darbe hükümetinin başbakan yardımcısı, getirilen siyaset  ve örgütlenme yasaklı rejimin gerçek müteahhiti; askerler ise, bu işte, sadece taşeron. Siyaseti ahlâk-dışılaştırmanın öncüsü de yine, Özal: Hiç mi hiç yüzü kızarmadan “biz, iş bitiriciyiz” demiş kişi. ‘İş bitirmek’, başkalarının başardığı işin nemasına el koymak; yani, gasp ve sömürü; Fikret Başkaya’nın deyişiyle ‘iş bitirmek’, daima ve daima birilerinin işini bitirmek demektir.

Her bir seçim öncesi, seçim yasasını kendi hesabına gelecek şekilde değiştirmekten, kendisine oy vermeyecekleri devlet imkanlarından mahrum etmekle tehdit etmekten utanmayan, Kenan Evren dahi “artık kalksın” derken siyaset yasaklarını savunan, yine ‘sivil-demokrat’ Özal.

Özal’ın şahsında ahlâk-vicdan tanımaz, ‘ayıp’ bilmez neo-liberal vahşeti sivillik adına yüceltip, bu vahşeti fiziken kendilerine borçlu oldukları darbeci askerleri bütün kötülüklerin tek ve baş kaynağıymış gibi göstermek: Mutlak bir körlük değilse, hokkabazlığın en sahtekarcası; Matild Manukyan’a vergi şampiyonu diye şilt verirken, işletmelerine ve sermayelerine göz kulak olan korumalarını p…v…k, g...v...t diye aşağılayıp günah keçisi ilân etmeye mümasil bir ikiyüzlülük, göz boyayıcılık, en mükemmelinden bir ideolojik manipülasyon.

Yeni ve ‘sivil’ bir anayasayı demokratikleşmenin ön şartı gibi görüp gösterirken, değil yeni bir anayasa yapmak, herhangi bir anayasa değişikliğini bile gerektirmeyen adımları değil atmak, ağzına bile almayanlar, demokratikleşmenin önündeki en büyük engel.

Demokratikleşme, eşitlik, adalet, özgürlük, kardeşlik, barış, huzur vb… gibi değer ve idealler; bütün bunları bırakın bir kenara, en basit anlamıyla hırsızlığa dolandırıcılığa karşı olan hiç kimse, partilere hazine yardımının yüzde yedi şartına bağlanmasını içine sindiremez. Ancak bu, sadece en kabasından bir dolandırıcılık değil, ayrıca ırkçı bir ayırımcılık, sonuç itibariyle de savaş kışkırtıcısı bir bölücülük, başkalarının çocuklarının kanına canına göz koymuş bir vampirliktir: Her şey sanki DEP çizgisinden gelen partileri mağdur etmek için ayarlanmıştır; oylarının en fazla altı küsura ulaşmış olduğuna bakılmış, Meclis’te grup kurabilmiş olmaları ise hiç dikkate alınmamıştır. Diğer bir düşmanca, kötü niyetli, dolayısıyla toplumu kamplaştırıp düşmanlık tohumları ekmeye matuf düzenleme de, yine aynı seçmen kitlesi hedef alınarak, bağımsız adaylığa müracaat harcının, neredeyse yirmi misli arttırılarak sekiz milyar lira civarına yükseltilmesidir.

Tabiî esas engel, yüzde on barajıdır: Yukarıda söylediklerimize ilaveten fevkelade gayrı adildir ve siyaseti halka fiilen yasaklaması sonucu ortaya çıkan meşrûiyet boşluğundan dolayı, yasal-sivil siyaset dışındaki yollara zemin hazırlar mahiyettedir.

Demokratikleşmeden bahseden, barajın sıfırlanmasından yana olmak zorundadır; aslında, o da yetmez: Millî bakiye sistemi geri getirilmeli, bakiye oyları değerlendirmek üzere de Türkiye Milletvekilliği ihdas edilmelidir.

Seçim bölgelerinin, seçmen-vekil arası ilişkilerin kurulmasını mümkün kılacak boyutlara indirilmesi, vekili seçmene karşı sorumlu kılmak suretiyle lider sultasının zayıflatılması açısından vaz geçilmez bir adımdır. Bunun da ötesinde, belirli şartlar dahilinde vekaletin geri çekilebilir kılınması, eğer demokrasi diyorsak, mutlaka gündeme getirilmesi gereken bir husustur.

Hakeza, ön seçimin ve tercihli oy pusulasının zorunlu hâle getirilmesi de, üstelik çok basit yasal düzenlemelerle atılabilecek çok önemli adımlardır.

Tabiî bir de dokunulmazlık sorunu vardır: Kürsü dokunulmazlığı dışında, mutlak surette kaldırılmalıdır. Daha doğrusu, milletvekilliği, her bakımdan imtiyazlı bir post, siyasetçilik de özel bir meslek olmaktan çıkartılmalıdır ve bu yolda da, çok ütopik görünse bile, milletvekili maaşları asgarî ücrete endekslenmelidir: Siyaset ortamının ahlakî yoğunluğunu en altlardan en üstlere taşımanın tek yolu da budur.

Bütün bunlara hiç mi hiç değinmeyip, her şeyi baştan aşağı yeni bir anayasa yapılmasına bağlayan her kim ise, biliniz ki, ya sizi kandırmanın peşindedir, ya da birileri kendisini kandırmıştır.