Bizim dükkânda biri bir işi ne zaman acele yapmaya kalksa, o işe mutlaka şeytan karışır. Aceleyle yapılan işler illa ki duvara ...

Bizim dükkânda biri bir işi ne zaman acele yapmaya kalksa, o işe mutlaka şeytan karışır. Aceleyle yapılan işler illa ki duvara toslar, zararı yararından kat kat fazla olur.
Böyle durumlarda arkadaşlara “Mükremin”den bahsederim. Mükremin Seçim, cicili reklam dünyasına pek yakışmayan ismine rağmen; sanırım Türkiye’nin en iyi beş sanat yönetmeninden biridir.
Mükremin’in özelliği önüne bir iş gelince, durum ne kadar acil olursa olsun asla paniğe kapılmaması hep “ağır” olmasıdır. Önce işi iyice öğrenir. Sonra işin tanımını sorgular. Her sorusuna tutarlı yanıtlar alırsa ikinci aşamaya geçer: Eline kalemini alır ve ısırmaya başlar. Bu kalem ısırma faslı, düşünme faslıdır. Artık gideceği yön bellidir, tek mesele nasıl gidileceğidir.
Mükremin karmaşık bir işin karanlığında önce ışık yakmaya çalışır. Işık yanar, yön belirir ve Mükremin acele etmeden, sakin sakin yürür.
Türkiye’de siyasette adımlar bunun tam tersi sıralamayla atılır. Işığını kaybeden siyasetçi, korkuyla koşmaya başlar. Koşar, çünkü yönünü bilmiyordur. Koştukça daha da korkar ve tıpkı kendisi gibi karanlıkta koşan başkalarına can simidi gibi sarılır. Bizdeki siyaset karanlıkta telaşla koşan, birbirlerini sarılsalar da birbirlerini göremeyen şaşkınlarla doludur.
Ayrıntı’dan Charles Wilford’un Yanık Portakal isimli derin bir kitabı çıkmıştı. Boş bir tuvalin başında sanatsal ve ruhsal kaygılar yaşayarak felç olan bir ressamın hikayesini anlatıyordu kitap. Boş tuval değerliydi, çünkü yeryüzündeki tüm resimlerden daha fazla emek vardı üzerinde.
Barcelona’da Picasso’nun evini gezerken Wilford’un kitabını daha iyi anladım. Devasa bir müze olan “ev”, Picasso’nun çocukken yaptığı resimlerle başlıyor. Hazret ilkokul çağında ışığı ve gölgeyi ustaca kullanan, kusursuz portreler yaratmış. Evin sonunda geldiğinizde ise, 3 metrelik tuvallerde tek bir fırça darbesinden ibaret resimler görüyorsunuz. Picasso bunları 80 yaşındayken yapmış. Herkesin yapabileceği basit fırça darbeleri. Gerçekten de öyle mi acaba?
Gelelim Alper Taş’a.
Alper Taş Ne Yapsın? Bence önce hiçbir şey yapmadan bol bol düşünsün, bol bol kalem ısırsın. Hiç acele etmesin, hep “ağır” olsun.
Düşünmek isteyenler için İstanbul harika bir kenttir. Örneğin sabahın altısında Emirgan’daki banklar insanı filozof yapacak kadar sakin olur; hele de gece güzel bir kitap okuyup erkenden yatmışsan...
Fatih civarında bir kahvehaneye gittiğinizde illa üç tane ermişle karşılaşırsınız; Esenyurt’ta tekstil fabrikalarının duvarlarına sırtını dayayıp işçilerle bir karpuz yemek; Beyoğlu’nda kırk gece geçirmekten daha anlamlı bir deneyim olabilir.
Türkiye’de siyasi açılım “adamları toplamak” gibi anlaşılıyor. Bir yerlerde bir adamlar var ve ha bire toplanıyorlar. 5 tane “binde bir” toplanıyor; toplamları yine “binde bir” ediyor.  Ne anladım ben bu işten?
Alper Taş, kimseyi toplamaya çalışma. Hiçbir grubu yanına çekmek için uğraşma. Şu “geniş katılımlı bir sol oluşum” lafı var ya, unut gitsin bu saçmalığı.
Sevgili Ufuk Uras’ın medyatikliğini kıskanıp, sen de enerjini; “binde bir”leri birleştirmeye çalışmakla tüketme. “Adam” arama. Adam, “adam” olsa; zaten kendini aratmaz; kalkar gelir yanına.
Siyaset yapma, başka bir şey yap. Varsın kimileri “Delirdi mi bu Alper?” desin. Bir yıl sonra onların 29 yıldır gelemediği noktaya gelince kimin deli olduğu anlaşılır.
Destan yaratma, gösterilerden, sloganlardan fazla bir şey bekleme. Tribünlere oynayacaksan, maça büyük bir stadyumda çık.
Yardımlaşmayı sistematik hale getirecek fikirler üretebilirsin. Bu yıl ekim ayında, tüm üniversitelerde devrimci abla ve abiler, okula yeni başlayan kardeşlerine rehberlik etsin örneğin. Bunu da “kafalamak” için değil, sırf “hayır olsun” diye yapsınlar.
ÖDP sıradan insanlar için bir iyilik hareketine dönüşse fena mı olur? “Seçimi kazanamayacağız ama belki sizi kazanabiliriz” Al sana bedavadan slogan.
ÖDP’nin arkasında İş Bankası yok. O halde kredi kartlarına savaş açsın da herkes sosyalizm ile Türk tipi “sosyal demokrasi”nin farkını görsün.
Alper, sen benim tanıdığım en güzel insanlardan birisin. Siyaset denilen şeyle ve günübirlik telaşlarla bu güzelliğine gölge düşürme.
Modası geçmiş diye rafa kaldırılan, oysa modası asla geçmeyen; ve kıytırık tarikatlara armağan edilen kıymetli sözcüklerimize yapış... Sokak sokak, kahve kahve, ev ev dolaş... Gözünü dört, kulağını beş aç. Yok sayılanlara, “biz varız” de.
Ve “söz”ü bul Alper.
Senin Mükreminliğin bu sözü bulmak. Isıracağın kalem de, gideceğin yön de; yürüyeceğin yol da o sözde.
Eğer o söz bulunursa; “binde birlerin birliği” devri biter; %40 ile iktidar olan sosyalist bir partinin dönemi başlar.
ÖDP, geçmişi boş geçirmedi. Ayrılanlar dahil herkesin emeğiyle ÖDP bir kurum haline geldi. Hep yanımızda olan değerli ustaların demi ve Alper’in sakin, kararlı, beyefendi tavrı, bu kurumu tahminlerin ötesine taşıyabilir.
Türkiye’nin çevre ülkelerle elele vermesini isteyen ve hemen herkesin kabul edeceği çözüm platformunu oluşturacak sosyalist bir söz var.
Alper Taş bu sözü bulacak. Umuyor ve inanıyorum ki; Taş, ağır olacak.