Valilik seçimlerinin ikinci turu geçtiğimiz pazar günü Buenos Aires'te yapıldı.

Valilik seçimlerinin ikinci turu geçtiğimiz pazar günü Buenos Aires'te yapıldı. Seçimlerin sonucu sürpriz olmadı. Birinci turda da rakiplerine fark atan Pro adlı partinin adayı olan M. Macri %65 civarı bir oyla ikinci kez valilik koltuğuna layık görüldü. Ancak, işçi sınıfının yoğun olduğu güney mahallerinden de hatırı sayılır miktarda oy alarak geleneksel bir durumu da sarstığı söylenebilir. Bu oyların çoğu sağ politikalar izleyen merkezi iktidara tepki oyları olarak da görülebilir.
Mevcut vali neden bu kadar çok oy almıştı, çok mu başarılıydı. Dışarıdan bir gözlemci olarak bunu söylemek zor, çünkü sürekli çeşitli kesimlerden ona dönük şikayetler işitmeniz mümkün. Belki de Arjantin siyasetinin geneline sirayet etmiş gibi gözüken bir hal burada da söz konusu. Muhalefetin tercih edilemezliği durumu. Aynı şey büyük olasılıkla başkanlık seçimlerinde C. Kirchner'in lehine işleyecek. Bir diğer soru Kirchner iktidarı gerçekten de Buenos Aires'te valinin değişmesini istiyor muydu, o da şüpheli. Vali zengin bir aileden gelen (Baba Peronist ve oğlunu evlatlıktan reddetme muhabbetleri yapıyor.) kendine ait bir partisi (Pro) olan sağcı, fakat yeri gelince liberal değerleri de savunmaktan geri durmayan ya da muhafazakarların baskısına kolay kolay boyun eğmeyen bir karakter. Bir süre öncesine kadar bol bol magazin basınının gündeminde olmayı marifet haline getirmeyi de ihmal etmemiş biri. Mevcut hükümetin politik manevraları için Buenos Aires valisinin farklı bir partiden olması neredeyse bulunmaz bir nimet. Çözülemeyen ya da çözülemeyecek olan sorunlar valiliğin alanına plaselenerek “çözülüyor”. Bir anda genel politikanın bir ürünü olan herhangi bir problem kitlelerle valiliğin çatışmasına dönüştürülebiliyor. Sanırım her iki taraf da bu oyundan şikayetçi değil.
Önümüzdeki aylarda gerçekleşecek olan başkanlık seçimlerini ise şu anda başkan olan C. Kirchner, kamuoyu yoklamalarına göre rahat kazanacak gibi. Yine de halka ve sola karşı bir tür şantaj politikası gütmeyi ihmal etmiyor. Onları olası sağ bir iktidarla korkutmaya çalışıyor. Buenos Aires valilik seçimlerinin ilk turunda Fernando Solanas'ın Projecto del Sur'u ve diğer sol gruplar %15 civarı oy toplamayı başardılar. Bu mevcut potansiyelin de altında bir rakam. Peronist partinin tabanı üzerinde de ciddi bir etkiye sahipler. Cristina'nın şantaj siyasetinin arkasında yatan da önemli ölçüde bu korku sanırım. Görünen, iktidar partisinin başarısını sağlayan faktörlerden biri de eyalet ve başkanlık sistemi. (Bu ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, tek başına federatif yapıların ya da herhangi bir organizasyon biçiminin toplumsal yapıya demokrasi getireceğini düşünmek saflık olur.) Çünkü merkezi iktidar biraz sonra anlatacağım başka eyaletlerdeki sorunlarda olduğu gibi olan bitenle hiç ilgisi yokmuşçasına problemleri savuşturabilmekte. Ayrıca ve daha da önemlisi, yapılan seçimlerin ikinci turunda, kalan iki adaydan birine oy vermek zorunda kalan insanlar her zaman ister istemez kötünün iyisini seçmekten kurtulamıyor.
Temmuz başlarında, Peronist partinin (JP), iktidar olduğu güneydeki Santa Cruz eyaletinde daha iyi çalışma koşulları ve ücret artışı için petrol işçilerinin başlattığı direnişe, yerel polis bu işçilerden ikisini tutuklayarak karşılık verdi. Bu bastırma siyaseti, mücadeleyi bitiremediği gibi başta Santa Cruz'daki eğitim emekçileri olmak üzere, ülkenin genelinde dayanışma eylemlerini gündeme getirdi. Hükümet aklı sıra problemi o eyalete hapsederek, şimdilik işin kenarından dolaşmaya çalışıyor.
Öte yandan geçtiğimiz hafta bu sefer ülkenin kuzeyindeki, (gene Kirchnerci bir valinin yönetiminde olan) Jujuy eyaletinde, halk ev yapmak için toprak talebiyle sokaklara döküldü. Yer talep edilen bölge, 40.000 hektar toprağı olan bir aileye aitti. (Ülkenin özellikle verimli alanları büyük toprak parçaları halinde üç beş aileye pay edilmiş halde. Burada çalışan kişiler de, neredeyse toprak sahibine ait köleler diyebileceğimiz koşullar altında yaşıyorlar. Bir sürü boyunduruğun yanı sıra örneğin seçimlerde toprak sahibinin gösterdiği adaya oylarını vermek zorunda kalarak, aynı zamanda onları her düzeyde kendilerine yönetici yapıyorlar.) Polis bu istekleri, dört kişiyi öldürüp, yirmi kişiyi hapse atarak yanıtladı. Fakat öldürülen kişilerin üzerinden çıkan kurşunların balistiğiyle, polisinkiler birbirini tutmuyordu. Polis daha önce Buenos Aires'te gerçekleşen toprak işgallerindeki ölümlerde de aynı taktiğe başvurmuştu. Şimdilik sadece bölgenin polis şefi görevinden alındı. Bu insanların bu kadar kolay öldürülebiliyor oluşunun en önemli nedeni hem alt sınıflara mensup olmaları hem de yerli kökenleri olsa gerek. Devletin gösterdiği şiddete rağmen aileler durmadılar, bu sefer sadece konut için değil, ekip biçmek için, tarım alanlarını da işgale başladılar. Gazetelerdeki şu anki rakamlar 2.300 civarında işgalci ailenin olduğunu söylüyor. Devamında da ana yollar barikatlarla kesilerek, trafik işlemez hale getirildi.
Bu problemler aynı zamanda “sol”da gözüken Kirchner iktidarının açmazlarına da işaret etmekte. Önemli ölçüde gücünü, kontrol ettiği sendikal bürokrasiden alan hükümet, işçi sınıfından gelen, kendi inisiyatifi dışındaki taleplere karşı, şiddet kullanmaya eğilimli olduğunu gösterirken, aynı zamanda feodal diye nitelenebilecek mülkiyet ilişkilerine dahi dokunamayan bir “sol”culuğun bize sınırlarının ne menem bir şey olduğunu anlatmakta.

Not: Geçen haftaki notta ifade edilen “sorular”ın muhatabı Oral Çalışlargiller familyasıydı. Arkadaşların uyarıları üzerine bu “belirsizlik” ve eksikliği böylelikle gidermek isterim.

Sağlıcakla kalın...