"Teyze"yi anlatmıştım size. O zamanlar adının Nadide oldu

"Teyze"yi anlatmıştım size. O zamanlar adının Nadide olduğunu da bilmezdik. O bizim için sadece "Teyze" idi. Ermenilerle Müslümanların iç içe yaşadıkları Tokat'ta, tehcirde Ermeni erkekleri gönderilince, geride kalan kız çocuklarından biriydi.

"Niksar'da Gaziahmet İlkokulu'nun hademesiydi. Soğuk kış aylarında, karlı yollardan yürüyüp okula gelirken, üşür altımıza kaçırırdık. Lastik çizmelerimiz içinde buz gibi olmuş ayaklarımız, paçalarımızdan çizmeye akan sidikle ısınırdı. Nadide Teyze, bizi, utanmayalım diye, bize bile göstermeden yıkar, üstümüzü sobanın ateşinde kurutur, ayaklarımızı avuçlarında ısıtırdı. O, Gaziahmet İlkokulu'nun mini-minnacık öğrencilerinin hepsinin annesiydi. O günlerde, Teyze'den daha iyi bir insan olabileceğini düşünemezdik bile. Ermeni olduğunu ölümünden sonra öğrendim" diye yazmıştım. Öldü ve bizi terketti Teyze. Zincirin, zoraki bir başka renge boyanmış, o halkası doğal bir ölümle kopuverdi.

Rıza Emmi uzun yıllar Teyze ile birlikte çalıştı Gaziahmet'te. Yüzünden tebessüm hiç eksik olmayan Üsiiyünağa (Hüseyin Ağa) De-de'nin oğluydu. Yıllarca birlikte yaşadık. İh-san'la, Rıza Emmi'nin oğlu, beraber büyüdük. İhsan, Mamak'ta hiç mektupsuz bırakmadı beni. Onlar Alevi biz Sünni'ydik. Hani, kerpetenle de almaya çalışsanız ağzımdan, bir tek olumsuz yanlarını bulup söyleyemem. Sadece iyilik saçtılar çevrelerine. Üsiiyünağa da Rıza Emmi de ışıklar içinde yatsınlar.

Unutamadığım insanlardan biri de Sali(h) Dede'dir. Şali Dede akrabamız olurdu. Niksar'ın Rumları mübadelede güzelim kasabalarından koparılırken, çocuk Salih saklanmış, gitmemiş ve bizim akrabalarda evlatlık olarak büyümüştü. İhsan Yenge, Şali Dede'nin eşi, otoriter bir kadındı. Ondan korkar, Şali De-de'yi severdik. Kan meraklıları Yenge'nin bize daha yakın olduğunu bulacaklardır, ama nedense "bizden" olana "yenge", "öteki"ne ise "dede" derdik. Şali Dede sabah namazından önce kalkar, gidip Çilhane Camii bitişiğindeki kahvesini açardı. İhsan Yenge'nin okula giderken elime tutuşturduğu sefertasını ona ben götürürdüm. Kış kıyamet zamanları, Şali Dede'nin sevgiyle demleyip önüme koyduğu çayın tadını ve kokusunu hâlâ ararım. Şali Dede de bir insan güzeliydi. Bir süre hasta yattı. Sonra o güzelim halka da kopuverdi.

Rüştü Abi, bendeki Gürcü bulaşığı o taraftan gelir, katıksız bir Gürcü'dür. Yoksulluk içinde okudu. Uzun yıllar öğretmenlik yaptı. Sonra, en önemli şirketlerine bu ülkenin, yönetici oldu. Hâlâ durmaksızın dolaşır Anadolu'yu. Neresi nasıl kalkınır diye projeler yapıp durur. Ne Teyze şikâyet etmişti onları kendi renklerimize boyamamızdan, belki içten içe ediyorlardı da biz duyamadık, ne de Şali Dede. Ama Rüştü Abi, şöyle "lobiye" ve "cadi"den öte Gürcüce bilmemekten, kendi dilinde şiirler ya-zamamaktan yakınır hep. Çakılmış çivilerimiz varsa bugün memleketin şurasında burasında, bazılarını da Rüştü Abi çakmıştır.

Vacit'i ODTÜ'de tanımıştım. Hepimiz delikanlıydık o günlerde, ama o biraz daha delikanlıydı sanki. Çerkez'ti. Son zamanlarında daha bir ilgili olmuştu kendi kültürüne. Pis bıçak darbeleriyle gitti Vacit. Bir halka daha koptu zincirimden.

Halim ise yeni dostlardan. Kardeş gibi olduk yine de. Babası, görmüş geçirmiş bir Kürt bilgesi. Bir Türk kızını sevdi İstanbul'da, Diyarbakırlı Halim. İki dünya güzeli çocuk perçinledi evliliklerini. Hani, şu "Ya sev ya terk et" diye bağıranlar var ya ortalıklarda, hiç biliyorlar mı ki, Halim'e, "Böl" diyorlar çocuklarını, "Ortadan ikiye"!

Mahallede aynı torbadan küflü peynir yediğimiz Hacı, eskiden de adı Hacı'ydı da böyle dindar değildi, şimdi bir acayip dine sarıldı diye, birlikte küflü peynir yemeyecek miyiz artık?

Teyzem, Şali Dedem, Rıza Emmim, Rüştü Abim, Vacit, Halim, Hacı olmayacaksa hayatımda; Alevi-Sünni, Kürt-Türk, Çerkez, Gürcü, dindar-dinsiz diye silip atacaksam onları, ben yaşasam ne olur?

Yağma yok, tabii. Bu ülke bizim ve burada birarada yaşayacağız. Teşekkürler ÖDP, zincirimin halkalarına sahip çıktığın ve bugün en fazla gereksinim duyduğumuz siyasal kampanyayı başlattığın için.