Seri katiller için ilk cinayetin zor olduğu, sonrasının ise sıradan olduğundan söz edilir. Seri katil cinayete kendini şartlandırır ve kendince haklı nedenler yaratır ki vicdanı rahat olsun ve süreç içerisinde boğazına sarılmasın. Aslında yeryüzünde işlenen tüm cinayetlere bir neden bulunmuştur. Zevk için işlenen cinayet yok denecek kadar azdır. Zevk için işlendiği söylenen cinayetler bile dolayımlı da olsa bir nedene dayanmaktadırlar. Örneğin, Afganistan ve Irak’ta görev yapmış ABD’li Korgeneral James Mattis’in ; “ Bazı insanları vurmak zevklidir.” şeklindeki beyanında aslında salt zevk için öldürme yatmamaktadır. Her ne kadar bu işten zevk aldığını söylese de röportajının bir yerinde öldürme nedeni olarak Afganlıların peçe giymeyen kadınları dövmelerini gösterir.

Yüzyıllar boyu insan zulüm ve sonucu ölüm için hep birer neden bula gelmiştir. Çoğunluk önce neden yaratılır ve ardından ölüm ve ölümler, hatta kırımlar gelir.

Devletler askerlerini yetiştirirken bazı insanları insan olma kriterleri dışına taşırlar ve buna askerlerini öylesine inandırırlar ki askerler için artık o insanlar yok edilmesi gereken birer nesneden başka bir şey değildir. Öyle ki öldürme hakkına sahip olduklarına inandıkları kadar, öldürdüklerine her türlü işlemi yapma hakkını da kendilerinde görürler. ABD’li askerlerin öldürdükleri Afganlıların üzerlerine işeyerek eğlenmeleri gibi…

Öldürmek öyle hak ve bir tür  eğlence olarak empoze edilir ki yaptıkları işten övünmek ve bunu başkalarına anlatmak için can atarlar. Bu nedenle öldürdüklerinden kulak, parmak vb çeşitli uzuvları bir anlatı malzemesi olarak almaları da çok sık rastlanan bir durumdur.

Kimi insanlar devlet için şu ya da bu şekilde zararlı ilan edilebilir ve bunların devletçe öldürülmeleri hak olarak kabul edilir. Burada her hangi bir yargılama sonucu suçlu bulma ve idamdan söz etmiyoruz elbette.

ABD’nin dünyanın çeşitli coğrafyalarında yargısız infazları, mobil işkencehaneleri, infaz kampları dünyaca bilinen bir gerçekliktir. Aynı şekilde İsrail’in çeşitli eylemleri de bilinmektedir.

Bu coğrafyada da yargısız infazlara sık sık tanık olunmaktadır. Cumhuriyet boyunca devletin sık sık başvurduğu bir yöntem ola gelmiştir. Mustafa Suphi ve Sabahattin Ali’den Musa Anter’e kadar binlerce ismi bir çırpıda sayıvermek mümkündür.

Bu ölümler için yönetim erkinde yer alanlar son derece pişkin olabilmektedirler. Yakın geçmişte Tansu Çiller’in beyanatları ve yarattığı infaz çetesi sır değildir. Kamuoyuna ‘ hayata dönüş’ adıyla yansıtılan operasyonların sorumlularından Hikmet Sami Türk 12 Eylül’ü meşru görüp Kenan Evren’in yargılanamayacağına hüküm verebilmektedir.

“ Nasıl bir kültür size öldürme hakkını veriyor?” diyerek birilerini eleştiren Recep Tayyip Erdoğan Metin Lokumcu’nun ölümüne ilişkin rahatlıkla “ kimliğini bilmiyorum birisi  ölmüş. Çok da üzerinde durmuyorum.” diyebilmektedir.  

Otomatik Portakal kalıbına uyan ölüm makinaları yaratan ve yok saydıkları insanların ölümlerini olağan kabul eden devlet yöneticileri günümüzde nerdeyse her taşın altındadır.

Bir de bunları olumlayan, yapılanları görmezden gelerek bir tür onay verenler vardır ki onlarda azımsanmayacak bir kitle oluşturular..

Geriye bir avuç gerçeği görüp isyan eden ve direnen insan kalır ki insanlığın bu gün için tek güvencesi de onlar olsa gerektir..