Cees Nootebook Ritüeller adlı eserinde “Bellek canı nereye isterse oraya oturan bir köpek gibidir” der. Doğaldır ki bu tür bir bellek insanı çoğu zaman yanıltır. Aslında köpeklerden çok...

Bir, Yeryüzüne nasıl dağılmıştır

Tarihi düzünden okumaya ayaklanan    çocuklar?

                                                       Ece Ayhan

Cees Nootebook Ritüeller adlı eserinde “Bellek canı nereye isterse oraya oturan bir köpek gibidir” der. Doğaldır ki bu tür bir bellek insanı çoğu zaman yanıltır. Aslında köpeklerden çok kedilerdir başına buyruk hareket eden. Örneğin bizim Masal kedi üzerinde asla otorite oluşturamazsınız. Otoriteden, erkten bağımsız hem başına buyruk hareket etmek hem de her yaptığının onanmasını ya da onanmamasını umursamaksızın saat aşırı sevilmek ister. Okşanmak için ayaklarınızın dibinde ağınırken birden elinizi çizmesi de işten değildir. Hep anımsanmak istenen bellek gibidir ki unutulmasın ve ilgi odağı olsun. İster köpek isterse kediye benzesin bellek denen şey üzerinde de otorite kurulamadığı bir gerçektir. Örneğin anımsamak istediğimizi

(unutmak istemediğimizi) mi yoksa anımsamak istemediğimizi (unutmak istediğimizi) mi bellek saklar  (muhafaza eder) ? Hangisini ? Galiba unutmak istediğimizi diğerinden daha fazla önümüze çıkarır. Bellek bize rağmen unutmak istediğimizi çıkarıp çıkarıp önümüze koyuyorsa ve biz buna karşın çaresiz kalıyorsak yapılacak olan unutmak istediğimiz olayların sayısını elimizden geldiğince azaltmaya çalışmaktır. Sıkıntı nedeni olan yanlışları, zaafları, kişilik bozunmalarını - elbette dostların da yardımı ile- aşmaya çalışmaktır. İşte bunu başarabiliriz sanırım. İlk iş olarak kendimizi tanımaktan başlayabiliriz. Eğer içimizdeki sarayı yıkacaksak - niyetimiz buysa ve kararlı isek- sarayı iyi bilmek gekekecektir önce?  Dehlizlerini, mutfağını, palyaço ve dalkavuklarını, Bizans oyunlarını.. Ancak bunları bilirsek yıkabiliriz saraylarımızı. Ve elbette ki bir daha inşa etmeyi de aklımızdan bile geçirmemek üzere….

Daha sonra… Daha sonrası yok olanın yerine zaten var olup ta kullanmadığımız, düşünce üretme ve sorgulama faaliyetleri için inşa edilmiş kulübemizdir.

Bütün bunları yaparken de yeryüzüne dağılmış bir tarih olduğunun, onu gerçekten yazan erkin görünmez kılmaya çalıştığı resmi tarihin dışında var olan tarihi düzünden okumaya ayaklanan çocukların önünde ya da arkasında değil yanında olmak ve köstek olmaya çalışanlara karşı her daim mücadele etmeyi olmazsa olmazlarımızın en başına koymalıyız.

Peki saraylarımızı yıktık, kulübemize çeki düzen verdik ya sonra... Sonrası,  karahayıtlar gibi dere kenarlarında mı duracağız, yoksa köpürerek akmakta olan hayatın kanallarına mı akacağız? Elbette kendi içimize, kendi kendimizle yürümeyeceğiz. Göçebenin çölü oluşturmasından çok, çölün göçebeyi oluşturduğu bilinciyle göçebeliğimizi büyüteceğiz. Çölü çöle, bozkırı bozkıra katacağız. Peki neyle?  Bir kez daha sahip çıktığımız kayığımız ile. Vasconcelos’un Kayığım Rosinha adlı romanında Ze Oroco’nun hiç de sıradan olmayan kayığı ile olan bağı, aşkı ve ondan ayrı tutulmasının acısını anımsayın. Ze Oroco’nun kayığı Amazon sularına yakışandır. Kaptanı onu hiç bir zaman ne kıyıya, ne meclis iskelesine ne de başka teknelerin yedeğine çekmiştir.

İşte Ze Oroco ile Kayığı Rosiha’nın aşkı gibi yaşanan bir aşkla kayığına sahip çıkan tarihi tersinden değil düzünden  okumaya ayaklanan çocuklar gördüm bu pazar.

O çocuklar ki Amazon kadar büyük, Fırat kadar çoşkundular.

Çocuktular ama çocukluklarından büyük olgunlukları vardı. Bu gazetede köşe komşumun  her daim gaza gelebilen irade yoksulu gördüğü çocuklar dönüp de “sen kimin Çakmağısın? diye sormayacak kadar olgundular.

Bence umuttular..

Tek yol sloganına gelince; unutulmasın ki demokrasi, özgürlük , kimlik mücadelesi, çevre, kadın,vb mücadele dersleri müfredatımızda ve öncelikler sıralamasında seçmeli ders olabilirler, lakin devrim mücadelesi zorunlu derstir.