Arap Cemal, 1.90 boyunda bir Çingene güzeli. Ten rengi kuzgunî. Gözleri kocaman ve çapkın. Elleri de öyle. Kızlar onun uzun parmaklarından az çekmediler. Saçlar afro, ağzı bozuk, asi mi asi! Hacı İlbey İlkokulu'nda sınıf arkadaşımdı.

Arap Cemal, 1.90 boyunda bir Çingene güzeli. Ten rengi kuzgunî. Gözleri kocaman ve çapkın. Elleri de öyle. Kızlar onun uzun parmaklarından az çekmediler. Saçlar afro, ağzı bozuk, asi mi asi! Hacı İlbey İlkokulu'nda sınıf arkadaşımdı. İsmet Mandal'la ikisi sınıfın en arkasında, pencere kenarındaki sırayı paylaşırdı. Bu ikisi öğretmenimiz Hamdi Beyin kâbusuydu. Hamdi Bey Cumhuriyet döneminin ilk öğretmenlerinden. O yaşta hâlâ görevde ve Malkara'da ne arıyordu? Meçhul. Çok yaşlıydı, kulakları duymuyordu.

Hamdi Bey'in pek sevdiği bir rutini vardı. Sınıfın en haylazlarını tahtaya kaldırır, bunlara en basit soruları sorar, bilemedikleri zaman da eğlence başlardı: "İsmet Mandal, söyle bakalım, büyüdüğün zaman sen ne olacaksın?" Çocuk korku içinde titreyerek, "Pilot olacağım öğretmenim" diye kekelerdi. "Ya öyle mi! Ye bakayım şu sarı tebeşiri" der ve eklerdi: "Sen büyüdüğün zaman boyacı olacaksın, boyacı!" Sonra sıra Arap Cemal'e gelirdi. "Söyle bakalım Cemal efendi, büyüdüğün zaman sen ne olacaksın?" Cemal, "Doktor olacağım öğretmenim" diye gürlerdi. "Ya öyle mi! Ye bakayım şu sarı tebeşiri" der ve eklerdi: "Büyüdüğün zaman sen ofislere hamal olacaksın, hamal!" İsmet Mandal'la Arap Cemal'in ağzı burnu rengârenk tebeşir tozu olur, biz eşraf ve memur çocukları da onların bu haline kıkır kıkır gülerdik.

HOP AYIP OLUYOR
Hayri Bey onların istikbâlini doğru tahmin etmiş, fakat ayrıntılarda yanılmıştı. İsmet Mandal boyacı değil ama arabacı oldu. Cemal de hamal değil ama sinema makinisti oldu. Kasabamızda kiliseden (Bulgar) bozma bir sinema vardı. Şimdi burası Yağlı Tohumlar Kooperati-fi'nin elinde mezbelelik halde. Bu sinemanın kralıydı Cemal. Makine dairesine kurulduğu zaman bize dünyaları bahşederdi. Biz onun gösterdiği filmlerle büyüdük. Artık sesimiz çatallaşmaya, alnımızda sivilceler çıkmaya başlamıştı. İlk cinsel tecrübelerimizi de bu sinemanın karanlık localarında yaşamaya başlamıştık. Ancak bunun için Cemal'e haraç vermek lazımdı, mesela ona mentollü bir paket Çamlıca ya da Hisar sigarası almadan sevgilinle locaya kapandmsa, beş dakika geçmeden Cemal elinde ortalığı gün gibi aydınlatan fene-riyle ensenizde biterdi: "Hop! Ayıp oluyor ama, aile var."

Cemal biraz daha büyüdükten sonra sinemacı Saim Abi onu İstanbul'a film almaya göndermeye başladı. Cemal her hafta İstanbul'a eski filmi götürüyor, yenisiyle kasabaya dönüyordu. Tam da bu sıralar sinemalarda "Tarkan" (Kartal Tibet) filmleri başlamıştı. Biz hepimiz Tarkan olmaya özenirken, Cemal bu filmin kötü kahramanı Camoka'ya (Danyal Topatan) özenirdi. Fakat Cemal onu dahi olamadı. Çünkü biz kasaba çocukları, Camoka olarak onu değil de bekçi İsmail'i seçmiştik. (İsmail şimdi emekli, halen bu isimle anılmakta.)

İstanbul'a gide gele Cemal meğer Yeşil-çam'da kendine yeni dostlar edinmiş. Onlara "artist" olmak istediğini söylemiş. Bir gün baktık, Cemal yok, evden kaçmış! Annesi annemim "aretiiği", kadın iki gözü iki çeşme bize gelmiş. Medet umuyor. "Gitti, gitti kara şo-parım gitti" diye ağlıyor." Cemal uçmuştu, nitekim bir daha kasabaya hiç dönmedi.

YEŞİLÇAM İÇİN DİRENDİ
Gel zaman git zaman Beyoğlu, Ayhan Işık sokakta Cemal'le burun buruna geldim. Hemen sarmaş-dolaş olduk. Halini sorunca öğrendim: O kasabadan kaçtığı yıllarda tarihi hamaset filmleri çok modaydı. Haliyle bu gibi filmlerde bol bol figürana ihtiyaç vardı, özellikle de siyahi oyunculara. Bu fırsattan istifade Cemal birkaç filmde oynamış. Sonra böyle filmler gözden düşüp de porno filmler başlayınca Cemal de işsiz kalmış. Ama o Yeşilçam'da kalmak için direnmiş. Kalmış da, bugün bu sokakta "Arap Cemal" dediniz mi herkes tanıyor. Bir köşe başında dikilip iş bekliyor. Film yazıhanelerine getir-götür işi yapıyor, Beyoğlu sinemalarına bobin taşıyor. Sigorta-Bağ-Kur hak getire!

Yevmiyeyi doğrultu mu da çapkınlığa çıkıyor. Beyoğlu'nun ne kadar çaptan düşmüş güzeli varsa, hepsi Arap Cemal'e hayran. Sanki bir harem ağası gibi hepsi onun yolunu gözlüyor. Cemal buldu mu günde bir kasa bira, beş çift kağıtlı, bir büyük rakı içiyor. Bulamadı mı da "sinyale" çıkıyormuş. Ben görmedim. Görenlerin yalancısıyım, vukuatı çok, çok faca bozmuş, çok tafra kırmış, Beyoğlu karakolu ondan illallah demişmiş. Tabii yalan. Cemal o kadar korunmasız, o kadar yoksul ve o kadar çok seviye muhtaç ki, diyorum ki bir hayırsever çıksa da Cemal'e el uzatsa, ama nerede...

İki not:"Ahşap Profesörü" Asaf Usta başlıklı yazımla ilgili olarak Faruk Göncüoğlu'ndan aşağıdaki uyarı yazısı geldi:

Çengelköy'deki yalı restorasyonu, Evren Pa-şa'nın emriyle durdurulmadı. Yalının inşaatı aynı kat ve gabaride ve özgün malzeme ile inşa edilmesiydi. Betonarme olarak ve gabarisini büyüttükleri, yani projesi dışında inşa edildiği için durduruldu. Projenin müellifi Taç Vakfı'nın bir inat üzere diretmesiyle hâlâ bu halde ve hazinenin mülkündedir.

Vedat Dolakay'la ilgili, kendisinin bizzat anlatımı ile ilgili (Mimar Salim Sadıkoğ-lu'ndan naklendir) Süleyman Demirel'le çatışması sonucu siyasi bir eylem olarak onun mimarisiyle isminin Ankara'da yaşatılmaması amacıyla projesi iptal edilmişti. CHP İl de buna destek vermişti. Projesinin gerçekleşmesi Ankara'da Vedat Dalokay adının kalıcı olması demekti. Bu da CHP merkezi bile rahatsız ediyordu. Demirel bunda başrol oynamıştı. Dalokay tarafından temelleri atılan cami inşaatında, kat irtifakına geçilmişti. Sonraki tarihlerde yeni proje için temellerinin kırdırılması 6 ay sürmüştü. İslamabad'taki proje de tam gerçekleştirilmemiştir.