Salazar 28 Nisan 1889’da doğmuştu. Kurduğu düzen, yıllar sonra doğum gününden bir gün önce, 27 Nisan 1974’te sona erecekti.

Salazar 28 Nisan 1889’da doğmuştu. Kurduğu düzen, yıllar sonra doğum gününden bir gün önce, 27 Nisan 1974’te sona erecekti. O bir diktatördü.
11 yaşından 25 yaşına kadar dinsel okullarda eğitim görmüştü. Fakat sonra hukuk okumaya karar vermiş ve 5 yıl üniversiteye devam etmişti. Bu dönemde politikleşmeye de başladı ve dinsel görüşlere dayanan politik çalışmalar yürüttü. Artık dinsel-siyasal yazılar yazıyor ve siyasal eylemlere girişiyordu. Zamanla politik çevrelerde de tanınmaya başladı. Hatta bakanlık teklifleri bile aldığı oluyordu.
28 Mayıs 1926’da yaşanan bir askeri darbe ile Maliye Bakanı oldu. Şimdi artık ülkede askeri diktatörlük vardı. Ancak hükümetin diğer bakanları ile uyumsuzdu, çünkü işini doğru dürüst yapmasına izin vermiyorlardı. Bakanlığı çok kısa sürdü. Ancak askeri diktatörlük ülkede iyice yerleşince, yeniden Maliye Bakanlığı’na getirildi. 1932’de itibaren de başbakan oldu.
Bu hızlı yükselişindeki ortam ilginçti.
Her şeyden önce, fanatik dindarların desteğine sahipti. Gerçi din ve devlet işlerinin ayrılması (yani laiklik) açısından, bu seçmen ve destekçilerin bazı şerhleri vardı, ama yine de bu, ondan desteği esirgemek için yeterli sebep değildi. Sonra dinci hareketten başlayarak sağa doğru açılan bir yelpazede, ülke sağının desteğini kazanmıştı.
En önemli muhalifleri ise muhafazakâr cumhuriyetçilerdi. Bunlar, zaman zaman darbe girişimleri ile onu yıkmak da istediler. Ama başarısız oldular.
İşçi hareketi ve Sol da, onunla muhafazakâr cumhuriyetçiler arasında nerede olacağına karar verememiş gibiydiler. Reform diye önerdiklerinin bazılarına katılıyor ama ideolojik ve bazı siyasal tercihleri açısındansa karşı çıkıyorlardı.
Ülkedeki muhalefet krizi, diğer siyasal hareketlerin bölünmüşlüğü, bütün bunların içinden onun ortaya çıkması, ülkede çoğulcu bir rejim varmış gibi gösteriyordu. Oysa bunun otoriter bir rejim olduğu açıktı. Çünkü o neredeyse her istediğini ufak tefek itirazlar dışında gerçekleştirebiliyordu.
1933 yılında yeni bir anayasa yapmaya karar verdi. Ülkenin krizlerle geçen son on yılın sonunda öncelik olarak ekonomik istikrara ve büyümeye önem vermişti. Bu nedenle halk içinde desteği de artmıştı. Dolayısıyla siyasal reformları yapmak da kolaylaşmıştı. Öyleyse yeni bir anayasa da yapmak, neden olmasındı?
Böylece ortaya ‘Yeni Devlet’ diye adlandırılan bir diktatörlük sistemi çıkmıştı.
Görüşleri dinin sosyal ve siyasal yaşam içinde etkinleştirilmesi esasına dayanıyordu. Bu bir tür ‘Türk İslam sentezi’ gibi bir şeydi. Ekonomik alanda ise sınıf mücadelesi meselesini kesinlikle reddediyordu.
Başta komünistler olmak üzere yönetimine karşı olan herkesi izlemek ve gerekirse tutuklamak üzere gizli bir polis ordusu kurdu.
Onun siyasal iktidarına karşı çıkan herkes, ondan önceki krizler dönemini istiyor oluyordu. Bu tür bir argümana karşı kimsenin diyeceği bir şey olamazdı çünkü gerçekten de krizler dönemi çekilecek gibi değildi. Şimdi ise, tamam belki diktatördü ama, sonuçta istikrar vardı. Örneğin ekonomik alanda onun döneminde ortalama yıllık yüzde 5,5 düzeyinde bir büyüme oranı elde edilmişti. Kişi başına gelir hızla artmıştı. Uyguladığı ekonomik politika, 1930’ların dünyasının genel eğilimlerine de uygundu. Kısaca müdahalecilik denilebilir. Dolayısıyla krizler dönemine dönmektense, diktatörce de olsa, bu istikrar ve büyüme dönemi, halk için daha iyi idi. Bu nedenle, ülkedeki muhalefet, etkin bir kitle desteğini bir türlü kazanamıyordu.
Salazar İkinci Dünya Savaşı’nı, ülkesini tarafsız tutarak aşabilmişti. Gerçi savaş süresince ABD ve Britanya’ya bazı yardımları olmuştu, örneğin ABD’ye üsler vermişti ama ülkesini aktif olarak savaşın içine sokmamıştı.
Savaştan sonra dünyanın bütün sömürgelerinde ortaya çıkan karışıklıklar, büyük bir sömürge devleti olan Portekiz’i de etkiledi. Gerçekten de Portekiz’in Afrika’nın ortalarından Doğu Asya’ya, Güney Amerika’dan Hindistan’a kadar birçok sömürgesi vardı.
Sömürgelerdeki çözülme Hindistan’dan başladı. Britanya ve Fransa’nın Güney Asya’daki sömürgelerinin bağımsızlıklarını tanımalarından sonra, Portekiz de bu bölgelerden çekilmek zorunda kaldı. 1960’larda Angola ve Mozambik’te de Portekiz sömürgeciliğine karşı mücadele başlamıştı.
1968 yılında bir banyo kazası ile çalışamaz hale geldi. Bir süre sonra onun yerine, Americo Thomas Cumhurbaşkanı oldu. Söylentilere göre, Salazar, öldüğü 27 Temmuz 1970’e kadar kendisinin Cumhurbaşkanı olduğunu sanıyordu. Öldüğünde arkasından binlerce kişi ağladı. Cenazesini doğduğu şehre taşıyan tren, her istasyonda arkasından ağlayanlarca karşılanmıştı.
Ölümünden sonra kurduğu ‘Yeni Devlet’ düzeni, eski yardımcıları tarafından devam ettirilmeye çalışılsa da, 27 Nisan 1974’te sona erdi. Silahlı Kuvvetler Hareketi yönetime el koymuş, ‘Ulusal Kurtuluş Cuntası’ kurulmuştu. Cuntanın amacı, sömürgelerdeki ve özellikle Mozambik ve Angola’daki savaşların sona erdirilmesi, Portekiz’in sömürgeleri hızla terk etmesi, demokrasinin ve özgürlüklerin genişletilmesi, gizli polisin kaldırılması olarak açıklanmıştı.
Portekiz’de sivil diktatörlük dönemi, askeri bir darbe ile sona ermişti!