Yarın 1 Mayıs... Yarın pek çok kişi gibi ben Taksim’de olacağım. Ama kesinlikle “Taksim’i kazandık, artık önümüz açıldı” gibi manasız

Yarın 1 Mayıs... Yarın pek çok kişi gibi ben Taksim’de olacağım. Ama kesinlikle “Taksim’i kazandık, artık önümüz açıldı” gibi manasız şeyler düşünmeyeceğim. Hele hele “1 Mayıs’ta Taksim’deydim ya, artık ölsem de gam yemem” hiç demeyeceğim...

1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanacak olmasının belirli bir “tarihsel” ve “duygusal” anlamı elbette vardır. Ancak yarınki 1 Mayıs’ın mücadelede yeni ve daha gelişkin bir evrenin ilk uğrağı, kendi başına belirleyici bir dönemeç noktası olacağını şahsen pek sanmıyorum. Gene de, “iyi” bir 1 Mayıs iyidir; gerçekten iyi olması için de herkesin üzerine düşeni, hatta daha fazlasını yapması gerekir. Unutmayalım, orada sosyalist mücadelenin en yeni, en genç kuşakları da olacaktır. “İyi” bir 1 Mayıs en çok onlara yarayacak, en çok onlara moral ve güç kazandıracaktır.

Tek başına bu bile önemlidir. Ancak, “sayıya” bakarak hangi kitlesellikte bir 1 Mayıs’ın “iyi bir 1 Mayıs” sayılabileceği konusunda, geçmişten kalan belirli bir psikolojik basınçtan kurtulmak gerekir. 1977’deki dahil, Taksim’deki 1 Mayıslara katılım abartılmış, nesilden nesle darbımesel gibi öyle intikal etmiştir.

Aslında, 1970’lerdeki 1 Mayısların hiçbiri sıkça söylendiği gibi “500.000 kişi” (1 milyon diyenler bile vardı) toplamamıştır. Dolayısıyla, 70’lerin 1 Mayıslarının, katılımcı sayısı açısından “geçmişin ölü eli” olarak bugünkü genç kuşakların zihnine tatminsizlik yaratacak şekilde musallat olması iyi bir şey değildir. Bu nedenle, örneğin 100 binin kıymeti bilinmelidir.

Bir de, yarın Taksim’de olacağım, ama  1 Mayıs marşı söylenirken katılmayacağım. Marşın bestesine hiçbir itirazım yok; ama bugünkü düzeltilmiş haliyle bile, güftesini “ilkel” buluyorum ve söylemek içimden gelmiyor. “Düzeltilmiş haliyle bile” dedim. 1970’lerde marşın sözlerinde “yepyeni bir hayat doğar bizde ve ülkelerde” diye bir bölüm vardı. İlk duyduğumda “bizim” nerede, “ülkelerin” ise neresi olduğunu pek anlayamamıştım. Sonra çok şükür bu bölümü “bizde ve her yerde”  diye değiştirmişler. Biraz kestirmecilik ve toptancılık yapmışlar, ama olsun, “bizde ve ülkelerde” demekten gene de daha iyi.        

Sonra şu var: “Vermeyin insana izin, kanması ve susması için…” Açıkçası, benim böyle bir Türkçeye itirazım var. İnsana, İngilizcede “Don’t let…” diye başlayan cümle kalıplarını çağrıştırıyor. Anlayabildiğim kadarıyla burada insanların “kanmalarına” ve “susmalarına” kayıtsız kalınmaması öğütleniyor. Güzel, ancak bunun marşta kullanılan kalıpla ifade edilmesi kulak tırmalıyor ve Türkçeye pek benzemiyor.

O zaman ben de tutup “Animals” grubunun eski (1965) bir parçasının şöyle bir Türkçeyle okunmasını öneririm; üstelik bu yazıya da uyar: “Tanrım, lütfen yanlış anlaşılmam için izin verme!” Marşın sözlerinin 70’lerdeki ilk versiyonunda “devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkın bayramı” sözü geçerdi. Sonra burasını herhalde enternasyonalizm ve/veya ulusal sorun duyarlılıklarıyla “ilerleyen halkların bayramı” yapmışlar. İyi yapmışlar, ancak gerek “şanlı yol” gerekse bu yolda halkların “ilerlemesi” insanda birtakım sözcüklerin ardı ardına gelişigüzel dizildiği izlenimini uyandırıyor.

Nitekim 70’li yıllarda biraz da bu nedenle aşırı kalabalık belediye otobüsü göndermesiyle “ilerleyelim beyler” lafı çıkmıştı. Aşırı titizlik sayılır mı, bilemiyorum, ama “hakkını alması için kitleyi bilinçlendirin” sözleri de ne yazık ki fazla naif kaçıyor. 70’li yıllarda “kitle” sözcüğü çok sık kullanıldığından, bir de “kitle” sanki niceliği, niteliği ve her özelliğiyle tam olarak bilinen tekil bir nesneymiş gibi tanımlandığından, az çok anlayabiliyorum: “Sen buradasın, kitle de işte orada; hadi git bilinçlendir de hakkını alsın…” Ama işler bu kadar basit değil; en azından bu kadar basit olmadığını artık görmüş olmamız gerekir. Bir de, gün gelip zorbaların başımızdan gitmesini elbette isteriz. İsteriz ki “bizde ve ülkelerde (her yerde)” hiç zorba kalmasın. Ama zorbaların tarih sahnesinden çekilmesini anlatmada bu kişilerin “bir kâğıt gibi eriyip gidecekleri” metaforu ne kadar yerindedir? Kâğıt, “eriyip gitme” imgesi için uygun bir nesne midir? Tuvalet kâğıdı için belki… Kim bilir, belki bu nedenle “bir kâğıt gibi” denmiştir. Ama gene de pek olmuyor. • • •

Neticede, bu ülkede her konuda ince eleyip sık dokuyan, icabında önüne gelen her şeye eleştirel yaklaşabilen çok sayıda solcu-devrimci-sosyalist ozan, edebiyatçı ve “ekin insanı” vardır.  1 Mayıs marşının sözleri bu kesimin kulaklarını hiç tırmalamamış mıdır? Sadece soruyorum.   Duruma göre, 1 Mayıs marşının sözlerinin esaslı bir revizyondan geçirilmesini öneriyorum. Bu öneriye kulak asan çıkmasa bile, hiç olmazsa ileride, devrimden sonra, bu marşın sözlerinin tümüyle değiştirilmesi gerektiğini herhalde herkes kabul edecektir. Öyle ya, devrimden sonra, sosyalizmin kuruluşu sürecinde, coşkulu emekçilerin  1 Mayıs’ta meydanları doldurup hep birlikte “günlerin bugün getirdiği, baskı, zulüm ve kandır” demeleri tuhaf olmaz mı? Herkese iyi 1 Mayıslar… Ve elbette, “haydi 1 Mayıs 2011’e!”