Hakkari dağlarında, Nasturiler bütün kiliselerini korunaklı dağ başlarında, yalçın kayaların arasında, adeta her biri birer hisara benzer mağaraların içine inşa etmişlerdi.

Hakkari dağlarında, Nasturiler bütün kiliselerini korunaklı dağ başlarında, yalçın kayaların arasında, adeta her biri birer hisara benzer mağaraların içine inşa etmişlerdi. Kiliselere gitmek için o dağ yollarını çok iyi bilen inançlı birer mezhep mensubu olmalıydınız, yoksa başka türlü oralara gitmek akıl karı değildi.
Neden böyleydi acaba? Hepsi köylerde oturdukları halde, kiliselerini neden insanların zor ulaşabildikleri yerlere yapıyorlardı?

Kendi yurdunda, kendini yabancı hissetmekle ilgili bir şey olsa gerek... O mülteci yalnızlık... Yuvalarını hep korunaklı yerlerde yapan kuşlar misali... Günün birinde buralardan gitme beklentisi... Ayak altından çekip çıkarma dürtüsü ibadet mabetlerini...

Korktukları başlarına geldi çok geçmeden. Defalarca kıyıma uğradılar. Defalarca yağmalandı mabetleri... O kıyımlar sırasında toplucu kiliselere sığınmadılar. Belki hiçbirinin buna vakti olmadı. Belki de Müslümanların, kendi mabetlerine hiç saygıları olmadığını biliyorlardı.

Bütün bunlar örneğin Hakkari'de olurken, hemen hemen aynı tarihten yaklaşık 100 yıl önce 1821'de başlayıp 1913 yılına kadar süren menfur bir soykırım var ki Trakya'da, sanki oradaki Yunanlı Hıristiyanların, 15 bin Yunanlı Müslümanı özgürlük adına işkenceyle öldürüp mallarını yağmalayıp evlerini yakması birebir örnek alınmış, aynı vahşet olduğu gibi alınarak bu dağ başlarında barış içinde bir arada yaşayan halkların arasına asit gibi dökülmüştü. Bir fark vardı Yunanların yaptıklarından; Hıristiyan Yunanların kahramanı Kolokotronis yaptığı katliamdan hiç vicdan azabı çekmemiş, Atina önlerinde cesetler o kadar çok çoğalmış ki, atının nalları yere değmeden şehre girdiği rivayet edilir; girerken şehre başı dik, alnı açıkmış. Binlerce mabet ve cami yerle bir edilmiş; bir camiler yurdu olan Trakya'da imar durumda tek tük ibadetgah kalmış bu gün. Nasturilerin tersine, kıyımdan kaçan Müslümanlar, burada topluca camilere sığınmış. Camiler, bir süre sonra birer toplu mezara dönüşmüş.

Hakkari'dekiler ise, kendi kardeşleri Nasturileri katlederken, kiliselerini yağmalıyor, ama ateşe vermiyorlardı. Nasturilerin de kendileri kadar yoksul olduklarını bile bile kiliselerde altın arıyorlardı. Mabetler, günün birinde bu insanlar geri döner de tekrar burada ibadet ederler diye değil, yarın öbür gün bütün buraları temizlediğimiz zaman, bu binaları ahır yaparız diye ayakta bırakıldı, yakılmadı, yıkılmadı.
Milliyetçilik zehrini salmıştı bir kere her yere... Ütopyasını, birilerinin kırıma uğratılmasıyla güzelleştirmeye çalışan Enver Paşa gibilerinin borusu ötüyordu ülkenin her yanında. Dini bağnazlık bir bayrak olmuş, her yerde göndere çekilmişti. Bu bulaşıcı üçlü herkesin kanına girmiş, başkası tarafından yapılsa rezilce bulunacak bir sürü yüz kızartıcı suçu, utanmadan herkes birbirine karşı arsızca işliyordu.

Bayram tatilinde Yunanistan'da gezerken düşündüm bütün bunları.
Gezip görülecek yerler sıralamasında, Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın konağı gösteriliyor şehir rehberinde. Denize hakim dik, kayalık bir tepede konak. Tam karşısına bir kilise yapmışlar. (Dikkatimi çekti, nerede Osmanlılara dair bir tarihi yapı varsa, Yunanlar tam karşısına veya yakınına bir kilise kondurmuşlar.) Kilise ile konak arasında kalan alana da, elinde yayı ile Mehmet Ali'nin at üstünde bir heykeli var. Yunanların bu nazik davranışı karşısında şaşırıyorsunuz, bakın tarihe nasıl da sahip çıkmışlar, adamın heykelini buraya dikmişler diye düşünüyordum ki, Murat Belge'nin verdiği bilgi geldi aklıma: Meğerse bu heykeli, Mehmet Ali'nin soyundan, Mısır'ın ilk kralı Fuat zamanında, Mısır'da, muhtemelen çoğu İskenderiye'de yaşayan Yunanlar (Rumlar) yaptırıp Kavala kentine armağan etmişler.

Hakkari'de "temizlik harekatının" bitiminden yıllar sonra Amerika'da ortaya çıkıp, Hakkari'de yaptıkları kiliselerle ilgili "Ninova ve Yakarışı" adlı bir kitap yazan (Avesta Yayınları), Nasturilerin ruhani lideri Mar Şemun'un halası Surme Xanim, olup bitenlere döktüğü gözyaşlarından sonra şu bedduaya durur:
"Kiliselerimizi hayvan ağılı haline getiren Kürtler, gün gelir o kiliselerin yıkıntıları arasında kalırlar inşallah."

Yunanistan'daki bütün camilerin yakılıp yıkılmasıyla, Hakkari'deki bütün kiliselerin hayvan ağılı haline getirilmesi arasında hiçbir bağlantı yoktur demeyin sakın.
Bellek bağışlamaz!