Evet, toplum bunları bekliyor...

Evet, toplum bunları bekliyor, bunlara ihtiyaç duyuyor diyorum ya, bir yandan da düşünüyorum; hangi toplum?  Toplumun bir yarısının (kabaca) bugününden ve yarınından kaygı duyduğu, kaygısını anlatmak için yollara, meydanlara, hapishanelere düştüğü ortada ama, öteki yarısı da (yine kabaca) müteşekkür ve mütevekkil olarak halinden memnun görünmekte. Bilmem yanılıyor muyum?

Tabii halinden en memnun olanın iktidar partisi olduğuna kuşku yok. Meclis’teki çoğunluğuyla da, etkin bir muhalefetin ortaya çıkamayışıyla da onlar hükümet etmenin keyfini sürüyorlar.

İstenilen kanun çıkarılıyor, istenilmeyene dokunulmuyor. Şikeyle ilgili cezalarda indirim yapılmasını yasalaştırıyor, bedelli askerlik yasası çıkarılıyor. Her ikisi de topumun vicdanını yaralıyormuş. Ne gam!

Buna karşın, örneğin tutukluluk sürelelerinin sınırlanmasını sağlayacak bir düzenleme yok... Böylece her birlikte Balbay’ın 10 değil, 100 değil, 1000 günü bulan tutukluluğunu izliyoruz. Onunla birlikte daha birçoklarının da...

Yalnız yasama ve yürütmenin aynı elde toplanması, yargının etki altına alınması da değil mesele. Gündem belirleme, gündemi kaydırma gücü de tepe tepe kulanılmakta. Bir bakıyorsunuz komşularla sıfır sorun göklere çıkarılmakta... Bir bakıyorsunuz İsrail’e kafa tutulmakta... Bir bakıyorsunuz Dersim gündeme getirilmiş , bir de “özür dileme” gibi büyük bir hamleyle...

Bunlar Hükümet’in ciddi ve kararlı politikalarının bir yansıması olsa, diyecek bir şey yok. Ama Ortadoğu’da rol kapma, içerde büyüklenme, dikkati dağıtma, muhalefeti sıkıştırma gibi politik hesaplarla yapıldığında... Medyaya üç beş günlük malzeme vermekten öteye gidilmediğinde...

Mesele de orada. Tüm bunlar AKP’nin işine gelirken, bu politik hesaplar  toplumun hiçbir sorununa çözüm getirmiyor.

İşte Van depremi... Hala kıyamet gibi halledilemeyen sorun var... Soğuktan ölenler, yangınlar, yetiştirilemeyen çadırlar gibi, dağıtılmayan yardımlar da gün gibi ortada. Kalanlar gibi, kaçanların dertleri de az değil. Peki Hükümet’in en öne çıkan davası ne?  Yeniden kurulacak yerleşim bölgesinin demonstrasyonu... Bir de, müteahhitlerden birinin mal varlığının dondurulması... Başlayacak inşaat furyası nasıl da ellerin kaşınmasına yol açmakta...

İyi de,  bir depo dolusu mal niye dağıtılmadı, niye yandı? Bu soruya yanıt veren var mı?

Kısacası, ülkenin içinde bulunduğu bastırma, yıldırma politikalarıyla, ya da AKP’nin tepe tepe kulandığı yoğunlaşan gücüyle ilgili anatılacak çok şey var.  Çok şükür ki, bunların tümüyle görülemez, konuşulamaz olduğu noktaya ( henüz) gelmedik.

Yoğunlaşan gücün ve dayatmaların “milli iradeyi” temsil ettiği iddiasına dayandırıldığını da görüyoruz. Anladık ki, bir kere vekalet alınınca, artık neyle ilgilenileceği veya ne yapılıp yapılmayacağı yalnız “ondan” ve “onlardan “sorulur oluyor(muş)!

İyi de, demokrasi  varsa, -aksak da olsa- buna karşı çıkmanın bir yolu, aracı da olmalı... Örneğin bu toplumun yarısı onlara oy vermedi. Oy verdiği ötekiler ne yapıyor? Benim derdim de bu...

Mesela niye Kürt sorunun çözülemeyişinden bunca acı, bunca dert ve sıkıntı yaşamaya katlanalım?

 İktidarın yapabildiği ya da yapmak istediğinden başka bir alternatifimiz yok mu?

Neden ille Hükümet ve PKK oparasyonları arasında kalıyoruz?.

Siyasal çözüm istiyorsak, neden CHP-BDP’nin oluşturacağı bir güç birliğini düşünmeyelim?

Neden CHP’yi bu “ezik” halinden, BDP’yi bu “el gibi” olmaktan çıkarmanın yollarını aramayalım?

Biliyorum nedenler çok diyeceksiniz. Onlar da yarına...