2008’in millî gelir tahminleri (ne hikmetse) seçimlerden hemen sonra yayımlandı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) daha önce

2008’in millî gelir tahminleri (ne hikmetse) seçimlerden hemen sonra yayımlandı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) daha önce yayımlanan ilk dokuz ay verilerini biraz yukarı çektikten sonra 2008 milli gelirinin bir önceki yıla göre sadece yüzde 1.1 (daha doğrusu yüzde 1.06) oranında büyüdüğünü kamuoyuna duyurdu. Son üç aydaki yüzde 6.2 oranındaki  daralma tahmini, ilk dokuz ayın eski (düzeltilmemiş) verileriyle birleştirilseydi 2008 milli geliri bir önceki yıla göre küçülmüş olacaktı. “TÜİK’in şüphe uyandıran revizyonlarından biri daha” diye geçiştirelim…
•••
2008, böylece, Türkiye ekonomisinin iniş-bunalım dönemecine geçişin başlangıcını oluşturuyor ve bu yıla ait verilerin ayrıntısına biraz ileride gireceğim. Ancak, önce yakın geçmişe hızla bir göz atalım.
Sadece Türkiye değil, tüm dünya ekonomisi 1998’de başlayan bir dönemin (çevrimin) sonuna 2007’de ulaşmıştır. Bu çevrimin ilk dört yılı (1998-2001) iniş-durgunlaşma; 2002-2007 yılları ise yükseliş-canlanma aşamalarını oluşturuyordu. Türkiye kapitalizminin orta dönemli “ekonomik gidişatı” üzerinde ahkâm kesebilmek; öncesiyle karşılaştırmak; geleceğe ilişkin öngörü yapabilmek için “AKP’li yılların” ayrıştırılması anlamlı değildir; dönemin tümünün bir bilançosunu çıkarmak gerekiyor. Bu bilançonun en genel, “sentetik” göstergesi, dönemin tümüne ait ortalama büyüme hızıdır. Türkiye ekonomisi de 1998-2007 dönemi boyunca yıllık ortalama yüzde 3.6’lık bir hızla büyümüştür.
Türkiye bu on yıllık dönem içinde emperyalist sistemin çevresinde yer alan başka hiçbir ülkede gözlenmeyen bir özellik taşımıştır: On yıllık kesintisiz IMF gözetimi… 1998’de bir “yakın izleme anlaşması” ile başlayan bu gözetim, Mayıs 2008’de noktalanan bir dizi stand-by ile sürdürülmüştür…   İşte, sermayenin programını Türkiye toplumuna taşıyan neo-liberal reçetelerin on yıllık bilançosu: Ortalama yüzde 3.6’lık, “zavallı” bir büyüme temposu… İkinci Dünya Savaşı’nı saymazsak, Türkiye ekonomisinin geçmiş dönemlerinden hiçbirinde 1998-2007 yıllarındaki kadar düşük büyüme gerçekleşmemiştir. 1980’le başlayan neo-liberal dönemin ilk on sekiz yılının ortalama büyüme hızı yüzde 4.6’dır. Daha öncesine, planlı-ithal ikameci-popülist yıllara bakarsanız fark daha da çarpıcıdır: 1961-1979’un ortalama büyüme hızı yüzde 6.5’tir. Bunlar, Türkiye ekonomisinin giderek kronikleşen bir durgunlaşma sürecine girmekte olduğu hususunda ciddi belirtilerdir.
2008 krizinin ilk yansımalarını içeren millî gelir verileri de geleceğe ilişkin hiçbir iyimserlik öğesi içermiyor.
•••
2008’de TÜİK’in yüzde 1.1 oranında tahmin ettiği millî gelir artış hızına hangi öğelerin, ne kadar katkı yaptığına kısaca bakalım.
Millî gelir toplamına, (sektörlere ayrıştırılmış) üretim veya harcamalar hesaplanarak ulaşılır. Sektörel üretim verilerine baktığımızda, 2007’de daralmış olan tarımın, 2008’de yüzde 4’lük bir yükselme gösterdiğini; tüm diğer ana sektörlerin (örneğin imalat sanayii ile hizmetlerin) yüzde 1’in altında büyümüş olduğunu gözlüyoruz.
2007 ile 2008  harcama türleri bakımından karşılaştırılduğında görülmektedir ki, özel tüketim hemen hemen sabit kalmış; sabit sermaye yatırımları yüzde 4.6 oranında düşmüştür. 2008 millî gelirini yukarı çeken iki harcama türü ve bir “hata”vardır: Birincisi yüzde 1.9 oranında artan kamu harcamalarıdır. İkincisi ise ithalattaki azalma sayesinde dış ticaret açığının düşmesiyle (yani harcamaların ülke dışına taşan öğelerinin azalmasıyla) gerçekleşmiştir. 2008’deki millî gelirde gerçekleşen “minik” artışın yaklaşık üçte biri de “istatistikî hata” öğesinden oluşmuştur.
Sabit sermaye yatırımları (cari fiyatlarla) 2007’de millî gelirin yüzde 21.8’ini oluşturuyordu. 2008’de bu oran yüzde 20.3’e düşmüştür. Ekonominin canlılık döneminin bitiminde (yani 2007’de) dahi çok düşük olan sermaye birikimi oranının, kriz ortamına geçerken daha da aşınması kaçınılmazdır. Bu aşınma iki-üç yıl içinde son bulup, kriz öncesi oranlara bir süre ulaşılacaktır. Ancak, önemli husus, yüzde 22-23’lük yatırım tempoları ile “Türkiye ne köy olabilir; ne de kasaba…”
•••
2009’da Türkiye’de ve dünyanın dört bir köşesinde ekonomiler, toplumlar adım adım derinleşen bunalımlara sürüklenirken, bir slogan yaygınlaşıyor: “Artık hiçbir şey eskisi gibi kalamayacaktır.” Bu açıktır; ama dönüşümün hangi yönde olacağı belli değildir. Bunu, elbette, her yerde  sınıflar-arası dengeler, mücadeleler belirleyecektir.