Bu ülkede hemen her gün televizyonlar aracılığıyla polis şiddetini yansıtan hareketli görüntülerle karşılaşmak artık yadırganmıyor

Bu ülkede hemen her gün televizyonlar aracılığıyla polis şiddetini yansıtan hareketli görüntülerle karşılaşmak artık yadırganmıyor, gazetelerde ise fotoğraflarla. Hiç biri birinden hafife alınacak görüntüler değil. Sıklıkla karşılaştığımız bu tür görüntülerin toplum üzerinde iki tür etkisi var. Biri korku üretip toplumun demokratik hak taleplerini asgariye indirmek, diğeri şiddeti meşrulaştırmak ve toplumu yabancılaştırmak. Fotoğraflar ya da görüntüler haber niteliği taşıyor, yayınlanmasını doğal. Ancak şiddetin sunum biçimi sorunlar içeriyor.
Bu girişten sonra sorunu bir anımsayalım.
Polis Vazife ve Salahiyet Yasası’ndaki (PVSK) değişiklik yürürlüğe girdiğinden beri polislerin, demokratik mücadele haklarını savunanlara karşı şiddeti arttı. Zor kullanmaya ve kuvvetin derecesini kendi belirleme yetkileri yasalaşmış oldu. İnsan hakları savunucuları değişiklikle fiziksel şiddetin, işkencenin, gözaltında ölümlerin ve yargısız infazların artabileceğini hükümete her defasında bildirmiş ve uyarmıştı. ‘Vazife ve Salahiyet’ polise, linç etmek, meydan dayağı çekmek, çocuk düşürecek derecede darp etmek ve işkence yapmak yetkisi vermiyor herhalde. Hangi yasada bu yazıyor? Demokratik hiç bir ülkede, hiç bir güvenlik gücünün böyle bir görevi olamaz.
O halde yetkisini kötüye kullanmış görevli amirin ya da polisin yargılanmasını görmek bu toplumun hakkı değil mi?
Bu zihniyete göz yuman iktidara karşı mücadele etmek elzem görünüyor.
Başbakan’ın rektörlerle yaptığı toplantıya dilekçelerini ulaştırmak gibi demokratik bir hakkı kullanmak isteyen öğrenciler, polis şiddeti ile engellendi. Bu şiddet, kadın öğrencilere cinsel tacizle, karın ve kasıklarına tekme atılarak uygulandı. Şiddet gören öğrenciler arasında yer alan Genç-Sen ve SDP’li bir kadının, -hamile olduğunu söylediği halde- doktor raporlarına göre aldığı darbelerle hamileliği sona erdirildi.
Bir cinayet işlendi!
Tekmeyi atan polisin cinayetten yargılanması gerekmiyor mu? Darp eden polisten, emri veren amirine, olayın üstünü örtmeye çalışan bakanlardan, Başbakanın söylemlerine kadar bir bütün olarak devlet şiddeti olduğu söylenemez mi?
Türkiye, polisin her an silahını çekebileceği ve şiddet kullanabileceğine dair algısıyla mücadele etmelidir.
 
Gelelim başta yazdığım medyaya; bu son olayda kötü sınav verdi. Şiddetin sunum biçimi sorunlarla doluydu. Haberlerin kendisi kadına yönelik şiddet içeriyordu. 13-15 yaşlarında zorla evlendirilen ve çocuk doğurmak zorunda bırakılan kadınların yaşadıkları görmezden gelinirken, çifte standartlı “ahlak” anlayışı medya tarafından yaygınlaştırıldı. Hamileliği hak aramasına engelmiş gibi kadının davranışı sorgulandı ve tartışmaya açıldı.
O kadının bir eylemci olduğu unutuldu. Kadın düşmanlığı ve ayrımcılık yapıldı. Bir cinayet işlendi!
Mesele derin; bu cinayet, toplumsal temeli ile birlikte tartışılmalıdır.
                                                               
                                                                       *

TEŞEKKÜR; Geçen hafta sonuna doğru iki söyleşi gerçekleştirmek üzere Ankara’ya davetliydim. Perşembe günü AFSAD’de, Kalkedon Yayınları’ndan yeni çıkan “Sanat, Teknoloji, Bilim ve Fotoğraf” kitabımın sunumu ve Belgesel Fotoğraf tartışmaları başlıklı konuları içeriyordu. Söyleşi, Mehmet Özer’in eğitmenliğini yaptığı Toplumcu Belgeselci Fotoğraf Atölyesi’nin eğitim uygulamasının bir parçasıydı. Ertesi gün Babil Cafe’de ise “Bir Ada Hikâyesi” başlıklı etkinlikte Gökçeada üzerine sergi, gösteri ve sunumum gerçekleşti. Mehmet Özer, İlyas Aydın ve Nedime Doğan’a nazik davetlerinden ve misafirperverliklerinden dolayı teşekkür ederim.