Kılıçdaroğlu kürsüden slogan atıyor: “Faşizme geçit yok.” CHP kitleleri

Kılıçdaroğlu kürsüden slogan atıyor: “Faşizme geçit yok.”
CHP kitleleri ona “Faşizme karşı omuz omuza” sloganı ile karşılık veriyor.
Yanımdaki arkadaşlara dedim, nereye gidiyoruz, ne oluyor?
Arkadaşlar yanıtladı, “Düdüklü tencerenin kapağı açıldı gayri, basınç dışarı boşaldı”.
Bir diğer arkadaş eskilerden örnek verdi:
“Bir zamanlar Ecevit’e sormuşlardı, hatırlarsınız nereye kadar solcusunuz diye, o da halkımın beni götürdüğü yere kadar şeklinde yanıtlamıştı.
Burada halk, CHP tabanı, olan biteni CHP yönetimlerinden daha iyi algılıyor; günlük hayatın içinde yaşayan onlar, mahalle baskısını üstlerinde hisseden, geçim sıkıntısı çeken onlar, dolayısı ile hayatın gerçeklerini daha iyi tahlil edebilme yetisine sahipler…”
Meseleye teorik bakan, CHP’ye soğuk duran bir diğeri ise,
“ ‘Faşizme geçit yok’ bugünün ve dünün koşullarını izah etmez, geri bir slogan. Biliyorsunuz ‘Faşizme geçit yok’ sloganı İspanya iç savaşının son aylarında atılmaya başlandı. 1939’da devrimciler-cumhuriyetçiler sadece Madrid’de direnebiliyorlar.
Katalonya ve Bask bölgelerinde yenilmişler, falanjlar Madrid’i kuşatmış, çemberi yormaya çalışıyorlar. 1939 direnişin son günleri ve devrimciler onurlu direnişlerini ‘Faşizme geçit yok’ sloganı ile taçlandırıyorlar ve yeniliyorlar.
Biliyorsunuz, Eylül öncesi ‘Tırmanan faşizm’ teorilerinin ideologları bu sloganı kullanır, devrimciler ise bu sloganın faşizme karşı mücadeleyi pasifize ettiğini, ülkede kurumsallaşmış sömürge tipi faşizmin icra edildiğini iddia ederler. ‘Faşizme geçit yok’ sloganını gür sesleri ile ‘Kahrolsun Faşizm’ diye sustururlardı.”
Arkadaşlar da susturdular bu cümleleri kuranı.
“Yahu tamam, tarih dersi veriyorsun güzel, içinde doğru yanları da var bu saptamaların, ancak senin bu söylediklerin günümüzü tarif etmekten uzak. Her ne koşul için söylenmiş olursa olsun, sosyal demokratların faşizme karşı mücadele söylemlerinin kurultaya damgasını vurması güzel bir şey.”
Bu tartışma aramızda sürüp giderken düşünüyorum, bir yandan süreci tahlil etmeye çalışıyorum, bir yandan da BirGün’e bu hafta nasıl bir yazı kurgulasam onu planlıyorum.
CHP’de İl Başkanlığı yaptığım 1995 yılı aklıma geliyor.
Ha sahi, ben sizlere söylemedim.
Ben 1995 yılında CHP Bolu İl Örgütü’nde bir yıl İl Başkanlığı yaptım.
Doğru, yanlış.
SHP’de politika yapmaya çalışıyorduk,
Arkadaşlar çok ısrar ettiler, birleşme kurultayı sonrası günlerdi.
Çok ısrar ettiler inanın.
Kongreye 2 gün kala kabul ettim.
Karşımızda Baykalcılar vardı, Sevigen kulis yapmaya gelmişti. “Komünistler partiyi ele geçirecekler, dikkatli olun” söylemi üzerinden delegeleri etkilemeye çalışıyordu.
Ama, “Sol kanat” diye tanımlanan grup, benim başkanlığımda o seçimi uzak ara kazandı.
Ne oldu sonra...
Hiç, ne olacak.
1995 ayı Mart ayında, Aralık-95 seçimlerini değerlendirme toplantısında, Deniz Baykal, Eşref Erdem, Adnan Keskin tarafından bir odaya çağırıldım ve istifa etmem salık verildi.
Ben de affedersiniz “Al atını ver tımarımı” hesabı bastım gittim.
1995’te ben kovulmuştum.
2010’da ise yaka paça Deniz Baykal...
Sağımda oturan arkadaş, “Hey hey” diyerek beni uyardı:
“Uyuyor musun eski tüfek kalk, Gandi partiyi sola çekti.”
-Yahu dedim, bir konuşma ile parti sola çekilse…
Sonra sustum.
Münafıklık etmenin zamanı değil,
Sosyalist sol güçlü olursa sosyal demokrasi, sosyal demokrasi güçlü olursa sosyalist sol güçlü olur.
Birbirlerini olumlu etkilerler.
Hemen sürece “Tekelci burjuvazinin yedek lastiği”, “Düzen partisi”...
Sloganları ile bakmayalım.
İşte böyle,
Kafalar karışık, …………..
İyi olur inşallah(!)
Ne diyelim.