Geçen hafta bu köşede tartıştık: Eylül 2009’da G20’ler grubu, uluslararası krize karşı izlenecek politikalarda eşgüdüm ve izleme görevlerini

Geçen hafta bu köşede tartıştık: Eylül 2009’da G20’ler grubu, uluslararası krize karşı izlenecek politikalarda eşgüdüm ve izleme görevlerini IMF’ye verdi. Böylece, bu kuruluş, geleneksel “Üçüncü Dünya’nın ekonomi jandarmalığı” işlevinin yanı sıra, büyük patronların krize katkı yapan kabahat ve kusurları üzerinde ‘yüksek sesle ahkâm kesme’ yetkisini de üstlenmiş oluyordu. Artık, ‘krizden dersler’ çıkarılmalı; geleneksel reçetelerin revizyon gereksinimleri tartışılmalıydı. Batılı liderler bu işleri yapmaya başlamışlardı; ama, kendi ‘ulusal’ çıkar ve sorunlarını ön plana alarak… Emperyalist sistemin bir ‘üst organı’ olan IMF ise bu işlevi, genel çıkarlar adına yapacak konumdaydı.
IMF yavaş yavaş bu işe soyunmaya başladı. Bir doktrin değişikliği olarak da yorumlanabilecek ilk belgeler yayımlandı. Bunlardan biri, bu kuruluşun yeni baş iktisatçısı Olivier Blanchard’ın (iki uzmanın da katkısıyla) kaleme aldığı bir çalışmadır: “Makro-ekonomik Politikaları Yeniden Düşünmek”...
Bugün bu belgeyi gözden geçirmek istiyorum.
Blanchard’ın çalışması, yeni gündemi açıkça ortaya koyarak başlıyor: “Kriz, bizi IMF’nin daha önceki değerlendirmelerini sorgulamaya zorluyor…”
Bu sorgulama üç soru üzerine inşa ediliyor: “Neleri bildiğimizi sanıyorduk?”, “Krizden neler öğrendik?” ve “Ne gibi politika değişiklikleri?”.
• • •
‘NELERİ BİLDİĞİMİZİ SANIYORDUK’
Blanchard, makroekonomik politika reçetelerinde IMF’yi, hükümetleri, merkez bankalarını hataya sürükleyen bilgi bozukluklarını beş ana grupta topluyor. Sıralayalım:
(1) İstikrarlı ve düşük oranlı (giderek yüzde 2’lik) bir enflasyon hedeflemesinin tüm sorunları çözeceğini düşünüyorduk.
(2) Bu hedefi gerçekleştirecek tek araç olarak merkez bankalarının kısa vadeli faiz hadleri belirlenmişti.
(3) Maliye politikasının rolü çok sınırlı tutulmuştu. Blanchard’a göre bu tavır, maliye politikasının esasen etkisiz olduğu görüşüne ve siyasetin kamu maliyesine fazlasıyla bulaştığı saptamasına dayandırılmıştı.
(4) Finansal sistemin düzenlenmesini, denetlenmesini gündem dışı bırakmıştık. Bu tavır, Blanchard’ın sözleriyle, ‘finansal sistemi kuralsızlaştırma tutkusundan’ ve kredi piyasalarının kusursuzluğuna duyulan inançtan kaynaklanmıştı.
(5) “İşler yolunda ve öyle kalacak…” inancı yerleşmişti. Blanchard, bunu, üretim ve enflasyondaki dalgalanmaların azalmasından kaynaklanan bir iyimserlik olarak açıklıyor. FED’in şimdiki Başkanı Bernanke, 2004’te bir konuşmasında bu özellikleri Büyük İtidal (‘The Great Moderation’) terimiyle anmış ve popülerleştirmişti. Dikkat ederseniz, sözü geçen iyimserlik, büyüme hızına değil; sadece istikrara vurgu yapmaktadır. Makroekonomik değişkenlerdeki oynaklık azalırken, büyüme hızı düşmüştür; ama ne gam! Sermaye çevreleri için orta-uzun vadeli büyüme bir hedef değildir.
‘KRİZDEN NELER ÖĞRENDİK?’
Blanchard, kriz boyunca eskiden doğru bildikleri her şeyi revizyondan geçirmek zorunda kaldıklarını itiraf ediyor. Özetleyelim:
(1) Enflasyonun istikrarlı olmasının, ekonominin genel istikrarı için yeterli olmadığını öğrendik. Dahası, düşük enflasyon hedeflemesi, para politikasını ekonomik gerileme konjonktürlerinde etkisiz kılmaktadır.
(2) Faiz hadlerinin etkisiz kaldığı durumlarda, finansal piyasalara doğrudan müdahalelerin, likidite genişlemesinin işe yarayabileceğini öğrendik. Bu araçların ‘sakin’ dönemlerde de işletilmesi uygun olabilir.
(3) ‘Düzeltici’ bir maliye politikasının etkili bir araç olduğunu öğrendik. Kriz koşullarında faiz oranları sıfıra indikten sonra geleneksel para politikalarının etkisiz kalmış; genişleyici maliye politikaları ön plana çıkmıştır.
(4) “İşler yolunda ve öyle kalacak” (veya ‘Büyük İtidal’) efsanesi krizle birlikte çökmüştür. Blanchard on yıl önce patlak veren Asya krizinden ve 1980 sonrasında Japonya’daki emlak piyasası balonunun patlamasından ders çıkarılmamış olmasından yakınıyor.
• • •
‘HANGİ POLİTİKA DEĞİŞİKLİKLERİ?’
“Ne gibi politika değişiklikleri gündemdedir?”... Blanchard, kriz derslerini, birkaç politika önerisine de dönüştürmüş.
Ayrıntıya girmeyelim: Enflasyon hedefinin yukarı (örneğin yüzde 4’ler civarına) çekilmesini, para politikasının denetleme ve düzanlemelerle birleştirilmesini, döviz kurlarının enflasyondan bağımsız bir hedef de olabileceğini ileri sürüyor. Artık ABD-Avrupa’da genel kabul gören, sıradanlaşan bir reçeteyi de tekrarlıyor: İşler kötüye giderken bütçe açıklarından çekinmemek; işler düzelince borç yükünü aşağı çekmek ve esnek bir 'malî kural' düzenlemesine geçmek…
Bu öneriler içinde, finans kapital çevrelerini en çok tedirgin edeni, enflasyon hedefinin yukarı çekilmesidir. Bu, sabit faizli borç senetlerinin; en önemlisi, trilyonlarca dolarlık ABD Hazine bonolarının değerlerinin aşınması; bunları tutan finans çevrelerinin, merkez bankalarının astronomik servet kayıplarına sürüklenmesi demektir. Blanchard, böylece, bunalım öncesinde izlenen makroekonomik politikaların hatalar bilançosunu, krizden alınan dersleri, yeni önerileri metropol ekonomileri açısından ortaya koymuş oluyor. Katı parasalcı saplantılardan, sağ-kanat Keynes’gil yaklaşımlara yönelen ılımlı bir doktrin değişikliği söz konusudur; ancak, o kadar… Metropol sermayesinin içsel gerilimleriyle ilgili olan 'enflasyon hedeflemesi'” tartışması ilginçtir; ancak, bu hedeflemeyi külliyen reddedecek daha radikal bir adımdan kaçınılmaktadır.
Öte yandan, Blanchard’ın çalışması, çevre ekonomileri için ayrıca önem taşıyan savlar da içeriyor. Onları ve sermaye girişlerinin denetlenmesi üzerinde bir grup IMF uzmanının imzasıyla yayımlanan (ve bizleri daha yakından ilgilendiren) bir başka çalışmayı önümüzdeki hafta gözden geçirmek istiyorum.