Eylül başında ve ortalarında bu köşede iki yazı yayımlandı: Bir Lâle Devri Son Bulurken ve “İyi Haberler”in Sonuna Geldik…

Eylül başında ve ortalarında bu köşede iki yazı yayımlandı: Bir Lâle Devri Son Bulurken ve “İyi Haberler”in Sonuna Geldik… Bu yazılarda, 2011’in ilk altı ayına ait istatistikler gözden geçiriliyor; bunların ekonomiyle ilgili “son iyi haberler” olduğu ve AKP’nin “ikinci lâle devri”nin iki yıl dahi sürmeden son bulmakta olduğu ileri sürülüyordu.

Ağustos istatistikleriyle birlikte “kötü haberler” başladı. En önemlisi, bence, ödemeler dengesi ile  ilgilidir. Ekonominin “gidişatı”nı aylık veya üç aylık istatistiklerle izlemek istiyorsanız, en doğrusu bir önceki dönemle değil, bir yıl öncesiyle karşılaştırmaktır. Ben de öyle yapıyorum ve Ağustos 2010 ve 2011’in ödemeler dengesi  verilerinden türettiğim bir özet tabloyu  aşağıdaki sunuyorum. (Sermaye hareketlerinde “artı” değerler, net girişi, “eksi” değerler net çıkışı gösterir. Rezervlerde ise   artışlar “eksi”,  azalmalar “artı” işaretlerle gösterilir.)

***

Tablonun ilk beş satırıyla başlayalım. Tanım gereği bu beş satırın toplamı “sıfır” olur. Geçen yılda (Ağustos 2010’da) yabancı, yerli ve  kayıt dışı sermaye hareketlerinin her biri “net giriş” göstermektedir ve bunlar tümüyle cari açığın finansmanına ve rezerv biriktirmeye tahsis edilmiştir.

Bir yıl sonra, yani Ağustos 2011’de ise durum tamamen değişmiştir: Üç farklı sermaye hareketinden sadece biri (yabancı sermaye) hâlâ “net giriş” göstermektedir; ancak yüzde 36 oranında daralmıştır ve bu bu giriş, cari açığı karşılayacak düzeyde değildir. Üstelik, yerli sermayedarlar da artık ülke dışına kaynak aktarmaktadır. Önceki aylarda döviz arzına önemli katkılar yapan kayıt dışı sermaye girişleri, Ağustos’ta net çıkışa dönüşmüştür. Bu iki öğenin ve cari açığın döviz taleplerinin karşılanması için (yabancı sermayeye ek olarak) rezervlere baş vurulmuş; bunlarda 4.4 milyar dolarlık erime gerçekleşmiştir.

Yabancı sermaye girişlerinin üçte biri aşkın bir tempoyla azalması tek başına bir gerilim kaynağıdır. Daha da kötüsü, yabancı, yerli ve kayıt dışı sermaye hareketlerinin  toplamında bir yıl önceki 6.4 milyar dolarlık giriş yerine, 0.5 milyarlık çıkış gerçekleşmiştir. (Satır 6). Dış borçlanma yavaşlayan bir tempoyla da olsa sürmektedir; ama sıcak para akımları “eksi”ye dönüşmüştür.

***

Sermaye hareketlerindeki bu olumsuz seyir, avro ve dolar’dan oluşan döviz sepetinin Ağustos’ta (bir ay içinde) yüzde 4.9 oranında artmasına katkı yapmıştır. Döviz borçlularını, ithal girdi kullanan sanayicileri “ya devam ederse?” tedirginliğine sürükleyen kötü bir haber…

yavaşlama veya tersine dönmenin sonucu da öngörülebilir: Durgunlaşma veya küçülme… Sanayi üretimi endekslerine bakarsanız küçülme başlamış olabilir: Ağustos üretimi Temmuz’a göre yüzde 7.1 oranında düşmüştür. Endeks, mevsim-takvim etkilerinden ayrıştırıldığında bir yıl öncesine göre yüzde 2.7 daralma  göstermektedir. İşte bir başka kötü haber…

Peki, üretim durgunlaşırken cari işlem açığının on iki ay öncesine göre  yüzde 31 oranında artması nasıl oluyor?.

Önce hatırlatalım ki, 2011’in ilk yedi ayında dış kaynak girişleri hızlanarak yükselmişti. İç talepte bunlardan kaynaklanan canlanma, bir ayda bıçakla kesilir gibi duramaz. Cari açık bu nedenle hâlâ artmaktadır; ama Haziran’dan bu yana yavaşlayan bir tempoyla…

İkincisi, üretimin, ihracatın, iç talebin ithalata bağımlılığı o derecede yoğunlaşmıştır ki, Türkiye ekonomisi, milli gelirin düştüğü dönemlerde bile dış açık vermektedir. Bu yeni bir gelişmedir. 1994, 1998, 2001’de küçülen, durgunlaşan Türkiye ekonomisinde cari işlem fazlaları gerçekleşmişti. Buna karşılık 2009’da küçülen ekonomi 14 milyar dolar dış açık vermişti. Cari açık sorunu, artık, iç talebi daraltarak; döviz fiyatlarını yukarı  çekerek giderilecek boyutları aşmış; ekonominin yapısal, kronik, çarpık bir öğesi haline gelmiştir. Etkili önlemler alınacaksa, bunların üretim yapısını düzeltmeyi hedeflemesi; yani planlama odaklı olması; sektörel önceliklere dayanması; dış ticaret, yatırım, teşvik politikalarında ciddi değişiklikleri kapsaması gerekmektedir.

Hükümet ve Merkez Bankası çevrelerindeki tedirginlik, kararsızlık belirtileri ve yalpalamalar  medyatik iktisatçılar tarafından nasıl karşılanıyor? Babacan, önce “cari açığı hedefleyen yapısal reformlar”dan söz ediyor; ardından yüksek oranlı zamların, ek vergilerin cari açığı daraltmak için yapıldığını açıklıyor. “Bunlar mı yapısal reformlar?” sorgulaması yok…

Döviz fiyatlarındaki tırmanma, Ekim’in ilk haftasında Merkez Bankası rezervleri 2.2 milyar dolar eritilerek frenleniyor. Otomatik tepki: “Yerinde müdahale; sorun çözüldü; Merkez duruma hâkim…” Ne var ki, kısa vadeli dış borçların rezervlere oranı kritik kırılganlık göstergelerinden biridir ve bu oranın yüzde yüzü aşmış olması dikkat çekmiyor.

***

Avrupa’daki finansal çalkantı hızla, kalıcı olarak giderilir  ve yeni bir likidite genişlemesi bizim buralara da taşarsa, Ağustos 2011’in “kötü haberleri” son bulur ve Türkiye “lâle devri” ortamına geri döner.

Dış dünyadaki bozulma devam ederse, Ağustos 2011 istatistikleri yeni bir sürecin başlamakta olduğunu gösterebilir. İster istemez otuz dört ay önce (Ekim 2008’de) ortaya çıkan bir başka kötü haberi hatırlıyorum: O tarihte sermaye hareketlerinde başlayan bozulma on üç ay sürmüş ve ekonominin yüzde 7.8 oranında küçülmesine yol açmıştı.