Kurucu üyelerden Sayın Adalet Ağaoğlu’nun basın açıklaması yaparak İHD’den istifa etmesi, derneği ayakbağı gören çevreler için bulunmaz bir fırsat yarattı...

Kurucu üyelerden Sayın Adalet Ağaoğlu’nun basın açıklaması yaparak İHD’den istifa etmesi, derneği ayakbağı gören çevreler için bulunmaz bir fırsat yarattı... İşte, sonunda cesur bir aydın, gerçeği haykırmıştı: “İHD tarafsız değil, PKK’ya yakın bir çizgi izliyor!”

Bu duruma canı sıkılanlar önce basını eleştirdi, konuyu saptırıyor diye... Malum yayın organlarının, böylesi durumlarda sanki farklı davranma ihtimali varmış gibi...

Oysa, Sayın Adalet Ağaoğlu’nun farklı davranma ihtimalini tartışmamız, bana kalırsa daha yerinde olurdu.

Ama önce biraz geriye gidip, İHD’nin dünü ve bugünü üzerine birkaç hususun altını çizmemiz lazım.

Kurulduğu yıllarda İnsan Hakları Derneği’nde çalışmıştım. Hayatımda, sonradan hep özel yerleri olmuş birçok insanı o dönemde tanıdım.

Türkiye’nin, -her ne kadar sivil yönetime geçilse de12 Eylül rejiminin koyu gölgesinde yaşadığı yıllardı. Cezaevleri tıklım tıklımdı; tutukluların can güvenliği pamuk ipliğine bağlıydı. Polis merkezlerinde işkence büyük bir keyfilikle sürüp gidiyordu.

Diğer yandan, ülkenin doğusunda giderek yaygınlaşıp yoğunlaşma emareleri gösteren çatışmalar başlamıştı.

İHD, bu koşullar altında 1986'da kuruldu. Kurucuları, ağırlıklı olarak muhalif aydınlar, tutuklu yakınları ve hukukçulardı.

Aslına bakarsanız, o yıllarda Türkiye’de güçlü ve tutarlı bir ‘insan hakları bilinci’ yoktu. İHD hızla, baskılar karşısında bunalmış, siyasal faaliyet alanları bütünüyle engellenmiş solcuların, devrimcilerin en fazla itibar ettiği faaliyet alanı haline geldi. Dolayısıyla, derneğin önemli işlevlerinden biri de, bizzat kendi üyelerine insan hakları mücadelesinin, devrimci siyasal faaliyetten farklı bir alan oldu ğunu anlatmaktı.

Aradan geçen bunca zamana rağmen boşluğu doldurulamayan rahmetli Emil Galip’in son yılları, bir yandan karakollarda, emniyet müdürlüklerinde işkence altındaki insanlara sahip çıkmakla, öte yandan dernek çalışması içindeki herkese insan hakları mücadelesinin ne olduğunu anlatmakla geçti gitti...

Ama dedik ya, ne insan hakları mücadelesinin o günkü tarihsel birikimi, ne de ülkenin içinden geçtiği siyasi koşullar, kimi konularda derdinizi anlatmaya pek fırsat vermiyordu. Nitekim, 1990 yılında yapılan İstanbul Şube kongresinde Emil Galip’in listesi kaybetti.

Yıllar sonra, herhangi bir tartışmaya yol açmak istemem ama... Kazanan listenin, insan hakları sorununa daha siyasi (‘daha sol’ mu desem?) bir yerden baktığını, dolayısıyla ‘radikal’ söylemlerinin daha fazla taraftar topladığını söyleyebilirim.

İHD’nin kurulduğu dönemden bu yana bitmeyen tartışma, -yani insan hakları mücadelesinin siyasetle ilişkisiKürt hareketinin zaman içinde kazandığı etkinlikle birlikte daha da yakıcı hale geldi. Geldi ama, pratik bir kıymeti de kalmadı. Tartışma bir yandan sürerken diğer yandan insan hakları ihlallerinin ayyuka çıktığı yerlerde birbiri ardına şubeler açıldı... Doğu ve Güneydoğu’da insan hakları mücadelesi, ister istemez bölgenin özel meselesine odaklandı. Diyarbakır’da, Bingöl’de, Siirt’te insanlara, yaya hakları, hasta hakları, cinsel tercih hakkı, sağlıklı çevrede yaşama hakkı vb genişlikte bir katalog sunmanın kolay olmadığını söylemeye gerek yok. Allahın her günü, ya bir dağ başında, ya bir dere yata ğında, bir yol kıyısında bulunan, acımasızca işkence yapılarak öldürülmüş insan bedenleri -siz ne derseniz deyinmücadele edilecek alanı kaçınılmaz olarak belirler. Zaten öyle oldu.

Sonra... 90’lı yıllar boyunca doğudan batıya doğru yaşanan muazzam göç dalgası, Kürt sorununun taraflarını ve gündemini büyük kentlere taşıdı. İHD’nin kuruluşundan sonraki yıllarda derneğin rotasını sola büken anlayış, bu kez yerini Kürt sorununu eksen alan bir yaklaşıma bıraktı.

Ve yerimiz doldu. İHD’yi büsbütün ortadan kaldırmayı amaçlayan “PKK ile ilişkili” ya da “PKK tarafından yönlendiriliyor” söylemi pazar yazısına kaldı.