“Zaman Makinesi”, bilimkurgu türünün öncülerinden H.G. Wells’in en bilinen öyküleri arasındadır. Öyküde bir mucit, makinesiyle geçmişe

“Zaman Makinesi”, bilimkurgu türünün öncülerinden H.G. Wells’in en bilinen öyküleri arasındadır. Öyküde bir mucit, makinesiyle geçmişe yolculuk yapar.
Günümüzde ise “zaman makinesi” bir bilimkurgu teması olmaktan çıktı. Artık böyle bir makineyle geçmişe yolculuk yapanlar var: Örneğin liberaller. Ancak, liberallerin geçmişe yaptıkları yolculuklardan pek hoşnut kalmadıklarını biliyoruz.
Nereden mi biliyoruz? Zaman makinesiyle tarihin üç dönemine yolculukları sırasında tuttukları notlar bize “sızdırıldı” da ondan.
Bu notları kamuoyuyla paylaşıyoruz.
1. Seyahat (17-18 yüzyıllar)
Bu dönemin Avrupa’sını sevemedik.  Makinemiz, bizi “Merkantilizm” denilen tuhaf politikaların geçerli olduğu bir döneme taşıdı.  İnanmayacaksınız, ama buradaki yöneticiler serbest ticaretin faziletlerinden, karşılıklı bağımlılıktan, dünyamızın küresel bir köy olduğundan tamamen bihaberler.  Bağnaz bir korumacılık ve kendi kendine yeterlilik anlayışı hâkim. Zenginleşip başka ülkelere üstün gelmenin sırrını değerli madenlerde görüyorlar! Varsa altın, yoksa gümüş...
Bu korumacı ve milliyetçi anlayış elbette başka olumsuz sonuçlar da doğuruyor. Örneğin, gördüğümüz kadarıyla sivil yaşam üzerinde tam bir silahşor vesayeti var. Atos, Portos, Aramis gibi birtakım adamlar her işe karışıyor. Sonra öğrendik ki, değerli maden ve başka ülkeleri alt etme hırsı yüzünden deniz trafiği de korsan vesayeti altındaymış.
Bir de, ortalıkta Richelieu, Colbert gibi isimler dolaşıyor.  Hevesle, “kimdir bunlar, general mi?” diye sorduk.
Değillermiş. İlki kardinal,  öbürü maliye bakanıymış...
Demek siviller de aynı kafada...
Daha fazla kalamayacağımızı anladık.
2. Seyahat (19. yüzyıl)
Öncekine göre 19. yüzyıl Avrupa’sı bizi rahatlattı. İnsanlar gerçekleri yavaş yavaş görüyor. Serbest piyasanın, rekabetin faydaları daha çok anlaşılıyor. Gerçi kârını azamiye çıkarmak isteyen sermayedarla doyumunu azamiye çıkarmak isteyen birey arasındaki mutlu birliktelik henüz tam bilince çıkmamış, ama olsun.
Bu kadarı kadı kızında da olur.
Ancak, keyfimizi kaçıracak şeylere de tanık olduk. Yok, hemen yanlış anlamayın, Marx’tan ve fikirlerinden söz etmiyoruz. Keyfimizi kaçıran, Marx’ın fikirleri değil, bunların kimilerince yanlış yorumlanıp vülgarize edilmesi. Adamlar, kapitalizm kendi doğal gelişimi içinde müdahale edilmeden, düzenlenmeden, ne kadar serbest yol alırsa kendi istedikleri dönemin de o kadar çabuk geleceğini bir türlü kavrayamıyorlar...
Bir gün, çalışma koşullarından, işsizlik tehdidinden, çocuk işçi çalıştırılmasından vb şikâyet eden bir işçiyle karşılaştık. Dedik ki, “bak emekçi kardeş, koşullar ne olursa olsun, rekabet denilen dinamik işgücü piyasası için de geçerlidir; bu amansız rekabete ne kadar dayanırsan o kadar ayakta kalırsın ve biz de sana o zaman sınıf deriz...”
Bu sözlerimiz üzerine biraz düşündü; sonra, işverenlerin daha ucuz emek sömürüsü için kendi aralarında giriştikleri rekabeti sınırlayacak kimi merkezi düzenlemeler yapılacağını, belirli kurallar ve sınırlar getirileceğini söyledi.
Durumu anlamıştık; demek ki sermaye birikiminin doğal süreçleri bu kez de iş müfettişlerinin vesayeti altına girecekti...
Şansımızı vesayetsiz bir başka çağda denemeye karar verip emekçi kardeşimizle vedalaştık.
3. Seyahat (20. yüzyıl)
Makine bu kez tutup bizi 1930’ların ABD’sine taşıdı. Kim bilir, belki de keyfimizi kaçırmak için aklınca hınzırlık yapmıştı.
Çünkü bu kez Büyük Bunalım yıllarına, Roosevelt’in “Yeni Politika” dönemine düşmüştük.
Gördüklerimize ve duyduklarımıza inanamadık. ABD gibi bir ülkede bile merkezi (federal) hükümet birçok şeye el atmış. Birileri bankaları ve büyük sanayi kuruluşlarını belirli bir düzene sokmaya çalışıyor. Kimler mi? Roosevelt çevresindeki bir avuç merkezi bürokratik elit...
Yoksullukla mücadele ve kalkınma adına tutup bir de “Tennessee Vadisi İdaresi” kurmuşlar. Tam bir toplum mühendisliği örneği... Ülkenin geri kalmış bir yöresini böyle kalkındıracaklarmış.
Merak ettik, gidip gördük. Orada karşılaştığımız bir emekçiye anlatmaya çalıştık: “Bak dostum, devletin kendi parası yoktur. Sana burada, Tennessee Vadisi sakini olarak verilen, Ohio, Delaware, Potomac, Colorado ve bu memleketteki bilumum vadilerde yaşayan emekçilerin cebinden çıkıyor; sana verilende, bu vadilerdeki tüyü bitmemiş yetimin hakkı var.”
Elbette, eklemeyi unutmadık: Bize bunları söyleten aklımızdı, yoksa gönlümüz ondan yanaydı...
Ne dese beğenirsiniz?
“Madem öyle, bütçede, vergi sisteminde gerekli düzenlemeler yapılsın. Böylece bana gelenin emekçilerin cebinden ve yetim hakkından değil de patronların kârından çıkması sağlansın...”
Anlaşmamız mümkün olmadı.
Burada da yerelliklerin özerk gelişimi üzerindeki federal hükümet vesayeti karşımıza çıkmıştı.
Zamanımıza dönmeye (ve orada kalmaya) karar verdik.
Bu arada, makinenin insanı geleceğe taşıyan işlevini iptal etme kararı aldık
Ne olur, ne olmaz...
(Notlar burada kesilmektedir.)
Not: Başka bir dönem olsaydı gerek kalmazdı, ama günümüz okuru için bir not zorunlu oluyor: Bu yazı, liberallerin muhayyilesindeki kapitalizmin tarihsel bir gerçekliğe denk düşmediğini anlatmak için yazılmıştır. Yoksa yazar ne Merkantilizmi ne de Roosevelt dönemi politikalarını savunmaktadır.