Benim bu seneki ‘Onur Yürüyüşüm’ Haliç’te sonlandı. O mükemmel günün ardından, Haliç’in derin sularına atmam gereken...

Benim bu seneki ‘Onur Yürüyüşüm’ Haliç’te sonlandı. O mükemmel günün ardından, Haliç’in derin sularına atmam gereken bir paket vardı...
Geçtiğimiz pazar günü, Türkiye’de düzenlenen ‘İstanbul Onur Yürüyüşü’  ilk defa, dünyanın yüzlerce şehrinde artık sıradan hale gelmiş bir başarı ile gerçekleşti. Binlerce insan Taksim’den Galatasaray’a kadar özgürlük sloganları atarak yürüdü.
Saat 5 sıralarında, Taksim’de bir karnaval havasında buluşan beş binin üzerinde insan, önce polis engeliyle karşılaştı. Ne de olsa burası Taksim’di; Polis ve bilumum ‘zararsız’ organizasyonlara açık ama işçi ve eşcinsellere açık olmaması gereken bir kamu alanından bahsediyoruz. Moralini bozmayan eşcinseller, destekçileri ve Hande Yener gibi kendilerine destek vermeye gelmiş sanatçılarla, güle oynaya polisi ikna etmeye çalıştılar. ‘Tarikatçı Polis, Barikatçı Olma’ sloganı mıdır, yoksa annelerin taşıdığı   ‘Evladımın Organizasyonundan Elini Çek’ pankartları mı bilinmez; korkunç ‘Tazyikli Su Sıkma Kamyonu’ İstiklâl Caddesi’nden çekildi. Rengârenk giysileri içinde yürüyüş yapan binlerce insan, İstiklâl Caddesi’ni doldurmuş kalabalığın yarı şaşkın yarı destekleyici bakışları ve alkışları arasında Galatasaray’a aktı.
2009 İstanbul Onur Haftası, bugüne kadar Türkiye’de görülmemiş bir başarı idi. Hormonlu Domates Ödülleri’nin sahiplerini bulması ile başlayıp, bugüne kadar bir İslam ülkesinde görülmüş en büyük LGBTT yürüyüşü ile sonuçlanan hafta içinde LGBTT mültecilerin sorunlarından, ‘yerel yönetimlerde neredeyiz’e, nefret suçlarından, transların çalışma haklarına, ‘yeşil sahalarda görmek istediğimiz hareketler’ den, Elif Şafak’la aşk üzerine bir söyleyişe (bu ayrı bir yazı konusu) kadar birçok önemli konu mükemmel oturumlarda tartışıldı. CHP ve DTP’den milletvekillerinin katıldığı ‘Anaakım Politikada LGBTT Gündemi’ adlı Anayasa’dan Ceza Yasasına kadar LGBTT’nin kanun ve meclis önündeki sorunlarının tartışıldığı bir ilk gerçekleşti; ki bu oturum için ancak Neil Armstrong’dan esinlenerek,  ‘LGBTT için küçük, ama Türkiye’deki insan hakları için büyük bir adım’ diyebiliriz. Bu haftayı birçok yabancı politikacı, aktivist ve sanatçı da destekledi. Sinemalarda gösterimde olan, Sean Penn’in Harvey Milk’i  canlandırdığı, ‘Milk’ filmini gördünüz mü? İşte ABD’de cinselliği nedeni ile katledilen o Harvey Milk’in yeğeni Stuart Milk de Onur Haftası için İstanbul’daydı. Bana, ‘İstanbul Onur Yürüyüşü’nün, bu sene San Francisco onur yürüyüşü ile çakıştığını ama kendisinin Türkiye’de olmayı tercih ettiğini ve hatta bu yüzden San Francisco’lu arkadaşlarının kendisine kırıldıklarını’ söyledi. “Türkiye’deki hareketi önemsiyorum, çünkü buradaki kazanımlarımızın dünyadan homofobiyi silmek için çok önemli olduğunu düşünüyorum” dedi.
Bu organizasyonda emeği geçen onlarca gönüllüye ve bu haftaya katılarak destekleyen binlerce insana, oraya gelmeyen, gelemeyen milyonların minnet borcu var.
Bu yazıyı okuyanlarınız bilemeyebilir; ama birçoğunuzun ‘acayip, garip, utanılması gereken’ zannettiğiniz biz gey, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transeksüellerin aslında çok sıradan ve normal hayatları var. Ayrımcılıkla karşılaşsak da işlerimiz var. Ailerimiz, arkadaşlarımız var. İşte ben de, bu, ruhuma çok iyi gelen mükemmel yürüyüşün arkasından, sıradan ama mutlu bir kutlamaya davetliydim. Çok sevdiğim, 47 senelik bir arkadaşım kızını evlendiriyordu. Düğüne haftalar öncesinden davetliydim. Hatta düğünden çoktan haberim olduğu için, yılbaşında gittiğim Brezilya’dan, çok sevdiğim arkadaşımın kızı için bir kolye beğenip, hediyesini bile almıştım. Bizim çocuklar, düğünde hep beraber ‘papyon kravat’ takalım kararı aldıkları için afilli bir de papyon almıştım. Düğün davetiyeleri ‘gelecekler bildirsin’ dediği için partnerimle birlikte katılacağımı da teyit etmiştim.
Düğünden 10 gün once, 47 senelik arkadaşımdan bir e-posta aldım. Hali vakti yerinde, ABD’de okumuş, master yapmış bu aydın arkadaşım, düğünlerine gerek kendi taraflarından gerekse de dünürleri tarafından birçok yaşlı akrabanın geleceğini ve bu ‘Anadolu insanlarının’ birçoğunun kendisini zaten “kimlerin yanında olmak istemediğini bildirmek gibi bir anlayışsızlık içinde olduğu bir stres ortamı içinde” bıraktığını yazmış. Benden anlayış istiyor. Partnerimi başka bir davetlerine getirebilir miymişim? “Ama bu düğüne yalnız olarak gelmeni rica ediyorum” diye ekliyor.
Aşkın gözü kördür, arkadaşlık ise gözünü kapatır. Hemen cevap yazdım “Tabii haklısın. Ben düşünemedim. Kolay gelsin.”
Evet, benim bu seneki ‘Onur Yürüyüşüm’ Haliç’te bitti. Brezilya’dan özene bezene seçtiğim kolye ile afilli papyonum, Haliç’in serin sularının dibinde yatıyor. Yıllar sonra tekrar bulduğum 47 senelik arkadaşımı kaybettim, ama olsun, seneye Gurur Yürüyüşü’ne yirmi bin kişiyi bekliyorum.