Referandumun ardından, bugün Türkiye’de siyaset hangi noktaya geldi?

Referandumun ardından, bugün Türkiye’de siyaset hangi noktaya geldi?

Bu tür değerlendirmelere sıra geldiğinde, bizi hayıflandıracak bir durumla karşılaşıyoruz. Düzen içi güçler arasındaki siyasal çekişmelerinin nerelere gidebileceğine kafa yorarken, ne yazık ki süreç belirleyicileri arasında sola henüz elle tutulur bir yer bulamıyoruz. Karşımızda duranlara bakıyoruz ve oradan hareketle kimi kestirimlerde bulunmaya çalışıyoruz. Şimdilik böyle gidiyor: Önce karşımızdakilere ilişkin öngörüler, sonra kendimize ilişkin olarak da bu öngörülere dayalı çıkarsamalar…

Evet, şimdilik böyle, ama değişmesi mümkün ve değişecek gibi görünüyor…

***

Bugünkü durumun kavranması, kilit bir soruya yanıt aramaktan geçiyor: Son dönemde verdiği kimi mesajlara ve yönelimlerine bakacak olursak AKP için ne söylenebilir? AKP geldiği noktada hız kesmeden devam etmeye, yeni oyunlar denemeye kararlı mı görünüyor, yoksa biraz ürkek ve çekinik mi duruyor?

İkisi birden olamaz mı?

Bir kere, kim ne derse desin AKP, karşısındaki yüzde 42’lik,  inatçı gibi görünen muhalefetten bir ölçüde tedirgin olmuştur.

Oysa karşısında sadece “bir tür” muhalefet vardır; henüz toplumsal muhalefet olamamış bir tür muhalefet…  

Ancak, bunun dışında, AKP’yi ürküten, daha doğrusu onu ihtiyatlı gitmeye, yer yer de hız kesmeye yönelten bir başka durum daha vardır. AKP, bu ülkenin geleneksel kurumlarının yerine, kendi aygıtlarını kurumsallaştırarak geçirme çabasındadır. Öyle az buz değildir; netameli, hassas bir iştir ve dikkat gerektirir. En yukarıda, devlet katında bu süreç devam ederken, “aşağıda” toplum katında AKP’nin kontrolü dışında “kaygı yaratacak” tepki ve hareketlilikler AKP’nin şimdilik pek işine gelmez. Başka bir deyişle, AKP macunun tüpten kendi iradesinin ve ölçülerinin ötesinde çıkmasından kaygılıdır. İktidarın önümüzdeki bir iki yıllık gündemi, en azından daha “sakin” görünen bir Türkiye gerektirmektedir.

Kısacası AKP, keskin kutuplaşmanın kendi kutbunu kemirebileceğinden kaygı duymaktadır. Dışarıdan da içeriden de... 

Ancak, tedirginlikleri varsa, oyunları ve uygun zeminleri de olacaktır.

Evet, AKP’nin tedirginliklerini hafifletecek, elini bir ölçüde rahatlatacak bir zemin ortaya çıkmıştır: AKP, sağı kendi ekseninde topladığı gibi, CHP’yi de kendi alanının yakınlarına çekebilmiştir. Doğrusunu söylemek gerekirse CHP, AKP’ye açıkça “ben de senin mahallende, üstelik salyangoz satmadan siyaset yapmak istiyorum” demiştir. O halde şunu açıkça söylemekte hiçbir sakınca yoktur: CHP, AKP’nin duruşundan, tarzından ve yaklaşımından kopya çekmeden bu ülkede iktidara talip olunamayacağına da, ülkenin yönetilemeyeceğine de ikna olmuştur!

“Uygun zemin” budur. Arkasında ABD’den AB’ye, sermayeden medyaya, oradan CHP’nin kerli ferli “beyin takımına” kadar hangi odağı bulursanız bulun, böyle bir zemin yaratılmıştır. Şimdi bu sayede AKP Kürt meselesinden türban sorununa, yeni anayasaya kadar birçok konuda yanına bir eskort bulmuştur.

***

Eğer böyleyse, Türkiye’de siyasetin gerilimli ortamlarda, sert söylem ve çıkışlarla süreceği öngörüsünde rötuş mu gerekiyor?

Bu sorunun yanıtı, yüzde 42’nin ne kadarının CHP’ye ve onun sözde politik esnekliklerine emanet edileceğine bağlıdır. Ancak, bugünden görünen o ki, AKP karşıtı cephede CHP’nin yeni marifetlerine tav olmayacak bir direnç ve ödünsüzlük damarı da vardır.

AKP’yi ürküten etmenlerden bir başkası da işte bu damardır.

Oyunları da buna yöneliktir: CHP eliyle iğdiş edilecek, “önümüzdeki bir iki sorundan elbirliğiyle kurtulalım da asıl meselelere dönelim” mantığına esir edilecek, “en demokratik yeni Anayasa” tartışmalarıyla boğuntuya getirilecek bir kitleden geriye kalan diri kesimler için oyun hazırdır: “Bunlar solcudur, sosyalisttir…”

Solcudur, sosyalisttir, yani bunlar Ergenekonculuğun yanı sıra emniyetçidir, Hanefi Avcıcı’dır, devrimci karargâhçıdır, vb. vb…

O halde bir kez daha ve açıkça söyleyelim: AKP, referandumdaki “hayırcıları” CHP eliyle yumuşatma, bu “hayırcı” kesim içindeki sosyalist damarı da çeşitli karalama ve yakıştırmalarla kurutma hesapları peşindedir. 

“Kangren olmuş sorunlardan kurtulma” ve mutabakat temelinde “yeni Anayasa”, bu hesaplarda kullanılacak başlıca kozlar arasındadır.

Bu kozlar işe yarar mı?

Etrafa şöyle bir bakıldığında zor görünüyor, ama peşinen “yaramaz” diye kestirip atmak da olmaz. Örneğin bu ülkede “mağdur” ve “mazlum” dendiğinde akla genellikle üniversiteye gidemeyen türbanlıların geldiği bir akıl tutulması yaşanmaktadır; AKP ile CHP el ele verdiğinde Kürt sorununun kalıcı biçimde çözülebileceğine, en yeni Anayasa ile ülkeye ileri demokrasi geleceğine inananlar bile vardır.    

Ama başkaları da vardır: Bu tür kozları artık yutmayacak olanlar…

Yutmayacak olanlar, at ve arabadan hangisinin nereye konulacağını bilenlerdir. Bu ülkede, Kürt sorunundan, “ileri demokrasi” özlemlerinden veya Anayasanın içeriğinden hareketle ülke ölçeğinde bir toplumsal muhalefet yaratmak mümkün değildir. Yapılması gereken, ülkeye musallat olan işbirlikçiliği, emek düşmanlığını, şovenizmi ve gericiliği başlıca hedef olarak karşısına alan bir toplumsal muhalefetin inşasıdır.

Kürt sorunu da, demokrasi de, Anayasa da ancak böyle bir toplumsal muhalefet zemininde, bu zeminin kurucu bileşenleri olarak yerli yerine oturabilecektir.