Hep derim ya, “mışlar” ülkesi burası. “Mışların” en yüze çıktığı yer de medya; bir kısmı yeni “mışlar” yaratırken, bir kısmı da mışları “mış” olmaktan çıkarmak için gayrette. Çoğu gün, bir BirGün’e, bir de çok satanlardan birine baktığımda, iki farklı memleketteymişiz gibi geliyor bana. Her gün sokaklarda doğranan insanlar, gelen giden ziyaretçiler, yapılan dış gezileri en iyi onlar bilir, onlar naklederler; ama bunlar üzerine dişe dokunur bir analiz, bir yorum yapana pek rastlanmaz. Esasında Ankara’nın nabzını tutmanın ötesinde bir şeye aldırdıkları da yoktur.  Buna karşın, evet, Birgün’de haberler açısından aksamalar çok; ancak “mışlar” dünyasını orasından burasından az da olsa kırmayı başaran az sayıda gazeteden biri de Birgün.

İşte bu nedenle, bazılarınca “militan” bulunması da anlaşılır. Anlaşılır, çünkü yarı gerçek yarı kurmaca dünyalar ve gerçeklerle oturup kalkmaya, yazıp konuşmaya öyle alışılmış ki, bunun dışına çıkan, yani kralın çıplaklığını söylemekten kaçınmayan her dilin her tavrın ”militan” diye nitelenmesine şaşmamak gerek.  Kurmaca dünyalar, yalnız bu ülkede değil, yalnız siyasal iktidarla da sınırlı değil, bütün dünya yalana dolanmış dense yeridir. Birçok yazımda insan hakları, demokrasi, özgürlük diye diye yeryüzünün de, yaşamın da, insanın da canına okunduğunu anlatmaya çalışıyorum. Yalnız ben değil kuşkusuz, her yanda yükselen sesler var. Ne yazık ki dinleyen yok!

Bu yozlaşmış dünyanın ancak “mışlarla” sürdürüleceği, onun acı ve çarpık gerçeklerinin masalsı anlatımlarla kapatılabileceği biliniyor kuşkusuz. Bunun için çalışan ve üniversiteden bilime, medyadan reklama uzanan bir ordu da var. Onların “militan” olmaya ihtiyaçları yok. Bir yandan bağlı oldukları düzen veya iktidar adına, öte yandan kendi kişisel çıkarları adına –bu ikisinin birbirine bağlı olduklarını söylemeye de gerek yok sanırım- işlerine gelen ne varsa devşirmeye koyulmuşken, ortalığı velveleye vermenin ne alemi var; değil mi? Onlar,  bu düzende akılcılığın çıkarcılık ve fırsatçılıkla buluştuğunu bilirler; reel dünyanın yolu yordamını da iyi öğrenmişlerdir. Nerede  seslerini çıkaracakları, nerede keseceklerini kestirmekte de ustadırlar!

Onların başarısı sistemin, düzenin başarısı oldukça da ellleşilmez onlara. Mışları konuşanlar da “militan” olur!

Oysa bir düşünün! Kapitalizmin küreselleşirken alternatifi kalmayan bir sistem haline gelmesi ve bir ideoloji, bir siyaset, bir tarafla ilişkisinin adeta ortadan kaybolması boşuna mı? Onun gibi, kapitalizmle el ele büyüyen siyasal İslam’ı konuşmak da öyle kolay değildir. Ya haddiniz bildirilir; ya cahil olarak küçümsenirsiniz!  Kısacası kapitalizm gibi siyasal İslam da sözü edilen, ancak üzerinde tartışma yapılmaya gerek duyulmayacak kadar “olağanlaşmıştır!” Buna “tabulaşmıştır”  da diyebilirsiniz. Örneğin bugünkü iktidarın anlayış, söylem ve uygulamalarından demokrasi adına kaygı duyanlar arasında bile, konu kapitalizm ve siyasal İslam’a geldiğinde konuşana pek rastlanmaz.

Oysa konuşmak gerek; yalnız Mısır’da Müslüman Kardeşler’in değil, burada, Türkiye’de de AKP’in İslam’ı siyasallaştırması “masum” bir seçim değildir. İslam’ın  bir siyasal anlayış, -buna pekala bir ideoloji de denilebilir- bir yaşam biçimi olduğu zaten İslamcılar tarafından yadsınmıyor.  Öyle olunca da, bugün dış görünüş, yarın siyasal ve toplumsal politikaların İslami kurallara göre belirlenecek olması pek de olmayacak şey değil! Zaten başladı da.....  4+4+4 derken, artan imam hatip okulları, imam hatip okullarından mezun olanların erdemi, seçmeli dersler, kılık kıyafet diyerek gidiyoruz. Nereye? Bunları konuştuğunuzda, zındık denmese de, Müslüman bir toplumu anlayamamak gibi bir fırçayı göze almanız gerek. Yalnız İslamcılar da değil; 2002’den bu yana bu tür korku ve kaygılarını dile getirenler, hep, liberaller, sol-liberaller tarafından küçümsendiler. Hepsi, büyük buluşlar yapmışçasına,  Laikçi, Atatürkçü, statükocu, demokrasi karşıtı, halkın seçimlerini küçümseyen elitist gibi türlü sıfatları tedavüle sokma yarışına girdiler.

Bugün ise, başkanlık sistemi arayışlarından –ki ne, akıllara durgunluk verecek bir başkanlık sistemi istendiği anlaşıldı- dokunulmazlıkların kaldırılmasına, dizilere karışmaktan ecdat savunularına, Taksim’i perişan etmekten Çamlıca’ya cami dikilmesine, yargıya müdahaleden atanan ombudsman, ya da emniyet müdürlerine kadar birçok konuda en azından “ne oluyoruz” diye sorma gereği duymaktalar. Bu Gazete’ de benim birçok kez yazdığım, Başbakan’ın “ben bilirim, ben yaparımcı” tavrı artık birçok yazarın dilinde. Aklı ya da vicdanı elvermeyip isyan eden de çok.

Kısacası AKP iktidarı için artık “demokrat” diyenlerin giderek azaldığı görülüyor. Ancak, AKP’nin demokrasi anlayışının içerdiği “mışları konu ederken bizi niyet okumakla suçlayanlar, bugün Erdoğan’ın gerçek yüzünü görünce şaşırmış, ya da hayal kırıklığına uğramış gibi yapıyorlar ya, aldırmayın. Asıl kıyamet, bu olup bitenlerin yalnız Erdoğan’ın “tek adamlık” özleminin sonucu değil, aynı zamanda muhafazakarlık ve din temelli anlayış ve politikaların sonucu, bir anlamda kaçınılmazı olduğu konuşulmaya başlandığında kopacak. Belki, bu çemberden çıkış yolunu da o zaman bulacağız?

Kendi adıma, AKP iktidarına baştan beri kaygı ve kuşkuyla baktım; nedeni de, ne Erdoğan, ne Gül; ne Arınç, ya da bir başkasıydı. Tek bir nedenim vardı; din referanslı bir politikanın, İslam’ı siyasete taşıyan bir anlayışın demokrasi ve özgürlükler açısından umut verici bir referans olamayacağına ilişkin görüşümdü. Bugün ise, siyasal İslam’ın yalnız demokrasi değil, eşitlik ve adalet açısından da umut veremediği, veremeyeceği noktasına geldim sayılır.

İslam’ın eşitlik ve sosyal adaletten yana olduğunu söyleyen ilahiyatçıları okuyorum; dayandıkları temeller hiç yabana atılır değil. Ne var ki, siyasal İslam’ın yükselişi ve güçlenmesi dünya düzeniyle bütünleşmesine bağlı; öyle olunca da eşitlikleri ve adaleti sağlamak yerine, yardımseverlik ahlakını yükseltmekten öteye gitmesi zor. Yani,  bir okka liberalizm, bir okka muhafazakarlık, bir okka da İslami yaklaşımı bir araya getirmekle, İslam kalkanı altında kendilerini var etmenin yolu bulunmuşken, İslam ile Batı arasındaki bu evliliğe kim karşı çıkar ki?

Herhalde, ancak “militanlar!”