Neoliberal kapitalist düzenin her yanında açılan çatlaklar yavaş yavaş büyüyor.

Neoliberal kapitalist düzenin her yanında açılan çatlaklar yavaş yavaş büyüyor. Gettolardaki isyan, yağma ve yangın şehrin merkezine yayılıyor. Tahrir Meydanı’nda başlayan özgürlük talepleri İspanya’da yankı buluyor. Bu adaletsiz sistemin bedelini ödemek istemeyen Yunan halkı parlamentonun kapısına dayanıyor.

Milyonlarca insan kölelik koşullarında çalışıyorlar. Gayriinsani bir düzen olan, insan onuruyla bağdaşmayan kapitalizmin en trajik etkileri Somali’de görülüyor.

Reaganların, Thatcherların Özalların ve toplumu, her türlü insani dayanışmayı, insani değerleri reddeden, yoksulluğa kayıtsız kalan diğer radikal sağcı politikacıların yeniden biçimlendirdikleri düzen şimdilerde ciddi bir kriz içinde. 2008 yılında şiddetlenen ekonomik kriz giderek siyasi boyut kazandı, siyasi krize dönüştü. Siyasi sistem(ler)in meşruluğu tartışılır hale geldi. Paul Mattick kapitalizmin sürekli kriz çağına girdiğini ileri sürmüştü. Belki kesin bir hükme varmak için henüz erken ama, Mattick’in 1930’larda öne sürdüğü tezin ancak şimdi günümüzün gerçeği haline geldiği söylenebilir.

Oysa, çok değil, bundan yirmi iki yıl önce büyük bir kibir ve küstahlıkla tarihin sonunu duyurmuşlardı. Liberal düzenin insanlığın nihai hedefi olduğu ve tarihin de bunu doğruladığını iddia etmişlerdi. Kapitalizm toplumun tek mümkün örgütlenişiymiş gibi sunulmuştu.

İyi ve kötü, olumlu ve olumsuz yönleriyle tarih devam ediyor. Tarih devam ederken insan onuruna yaraşır bir hayat için radikal siyasetlerin gerekliliğini de insanlığın önüne koyuyor. Tutucu bir dönem sona ermek üzere. Neoliberal sömürü karşısında sistem karşıtı, radikal düşünce ve siyasetler, özgürleşme projeleri canlanıyor.

Mart 2009’da Birbeck İnsani Bilimler Enstitüsü’nce düzenlenen Komünüzm İdeası başlıklı konferansa sol kanattaki önemli felsefeciler katılmış ve sonradan bir kitapta toplanan tebliğler sunmuşlardı. Anılan kitap Türkçeye de çevrildi: Bir İdea Olarak Komünizm (çev. A. Ergenç, E.Kılıç , Ayrıntı Yayınları 2011)


Genelde 1989’da reel sosyalizmin çöküşünü izleyen dönem için yeni bir komünizm tanımı yapılmaya çalışılıyor. Tebliğler bu arada , radikal solun içe kapanma döneminin geride kaldığını, yeniden canlılık kazandığını, kuvvetli kuramcılarla geri döndüğünü ve aslında zengin entelektüel bir mirasa sahip olduğunu ortaya koyuyor. Ben bunlardan Badiou’nun sunduğu “ Komünizm İdeası” başlıklı tebliğ ile Bruno Bosteels’in Badiou’nun sol komünizmini ele alan “ Solcu Hipotez: Terör Çağında Komünizm” başlıklı tebliği üzerinde durmak istiyorum.

Badiou varolmuş ve tükenmiş sosyalizmlerin, bunlarım kurduğu bürokratik devlet yapılarının ötesinde bir komünizm düşünüyor. Özgürleşme politikalarını yürütmede geleneksel parti anlayışının rolünü sorguluyor.Daha doğrusu, bu soy politikalar açısından partiyi yetersiz buluyor.


Badiou yapısı ve işleyişi açısından geleneksel sol örgütlere pek benzemeyen L’ Organisation Politique’in üyesi. Bu örgüt genelde belgesizler (sans-papier) olarak anılan ikamet ve çalışma izni olmayan kaçak göçmenlerin, mültecilerin hakları için mücadele ediyor. Badiou’ya göre politikanın yeni mekânları yabancı işçilerin, göçmenlerin yaşadıkları mahalleler, pansiyonlar. Yoksuların, mülksüzlerin kızgınlık biriktirdikleri yerler. Onun kapitalist parlamentarizme alternatif olarak önerdiği, partisiz siyaseti savunan, parti disiplini yerine düşünce disiplinini koyan metapolitika anlayışı Güney Afrika’da Durban şehrinde başlayan Abahlali baseMjondolo hareketinin (Zulu dilinde gecekondu halkı anlamına geliyor) yoksulluğa karşı yürüttüğü mücadelede esin kaynağı oluyor, teorik katkı sağlıyor.

Badiou’ya göre komünizm devrimci, özgürleştirici politikalar alanında siyasi bir idea. Platon’un iyi ideasının modern versiyonu. Komünist idea bireylerin özne olmasını sağlayan potansiyel güç. “Komünizmin sabitleri “ ise mülkiyet, otorite ve hiyerarşi karşıtlığı .

Sosyalist devlet kendi yokoluşunu gerçekleştirecek, komünizmin sabitlerini hayata geçirecek istisnai bir devlet olarak tahayyül edilmişti. Proletaryanın siyasi hegemonyasının aracı olan bu devlet halkın yönetilmesinden nesnelerin yönetileceği bir düzene geçişi sağlayacaktı.

Engels, “devlet çıkrık ve bronz baltanın olduğu yere, antikçağ müzesine geri gönderilecek” demişti, ama öyle olmadı. Parti ve devlet bütünleştiler, devletsizliğe geçiş bir yana, bu bütünleşmeyle devlet aygıtı daha güçlendi. Kendini sosyalist olarak adlandıran devlet sönümlenmedi. Yeni bir otoriter sistem, bürokratik bir güç ortaya çıktı .

Badiou şunu vurguluyor: Komünizm ve devlet birbirinden tamamen ayrılmalı. Devlete yaslanarak komünizme ulaşmak mümkün değil. Komünizm, o devlet sosyalist de olsa bir devletin işleyişiyle, aracılığıyla erişilecek bir hedef değil. Sosyalist devlet geçiş aracı olarak görülmemeli. Dahası sosyalizm ve sosyalist devlet aşamaları atlanmalı.Komünizm sosyalist devlet olmadan düşünülmeli. “Sosyalizm diye bir şey yok” diyor Badiou ve ekliyor, “Gerçek olan, eksiksiz olan komünizmdir” .

Bosteel, çok yerinde bir saptamayla Badiou’nun bir geçiş aşaması olarak sosyalizmi reddeden düşüncelerinde bir zamanlar Lenin’in “çocukluk hastalığı” olarak nitelediği ve eleştirdiği eğilimlerin hayat bulduğunu ileri sürüyor. Gerçekten öyle. Günümüzün radikal teori ve siyasetleri açısından Badiou’yu önemli kılan da bu.