Güney Amerika'nın solcu liderler kuşağı birer birer Filistin'in bağımsızlığını tanımaya başladı.

Güney Amerika'nın solcu liderler kuşağı birer birer Filistin'in bağımsızlığını tanımaya başladı. Son birkaç hafta içinde önce Lula da Silva'lı Brezilya ardından da Cristina Kirchner'li Arjantin 1967 sınırlarını temel alacak bir Filistin’i özgür ve bağımsız bir devlet olarak resmen tanıdığını açıkladı.

Rio de la Plata nehrinin öte yakasında Brezilya ile Arjantin arasına sıkışıp kalan Uruguay da bu bağımsızlık furyasını takip etmeden duramadı. Pepe'li Uruguay gelecek yıl Filistin'i bağımsız bir devlet olarak tanıyacağını şimdiden kamuoyuna duyurdu.

Bir yıl içinde ise Evo Morales'li Bolivya, Rafael Correa'lı Ekvator ve Fernando Lugo'lu Paraguay'ın da Filistin devletini tanıdıkları yönündeki kararlarını dünya kamuoyuna açıklamaları bekleniyor.
 
Güney Amerikalı solcu liderler Filistin'in bağımsızlığını tanırken 67 sınırlarını referans olarak gösteriyor. Birleşmiş Milletler (BM) de 67 sınırlarını işaret ederken, Filistin ve Ortadoğu ülkelerinin birçoğu İsrail’in 1967 öncesi sınırlarına çekilmesini kabul etmesi halinde bu ülkeyi tanıyabileceklerini ifade ediyor.

Peki nedir bu 67 sınırları ve neden bu kadar önem arz ediyor? 1967'deki Arap-İsrail savaşından önce Filistin, Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'ni kapsıyordu. İsrail 5 Haziran 1967'de Mısır, Ürdün, Suriye, Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir'den oluşan Arap İttifakı’na karşı savaşa girip 6 gün içinde tüm bu ülkeleri dize getirince Filistin topraklarının tamamına el koydu. 

İsrail'in mutlak üstünlüğü ile biten savaşın ardından Mısır'dan Sina Yarımadası’nı, Suriye'den Golan Tepeleri'ni de alan Tel Aviv topraklarını dört katına çıkardı. İsrail savaş sonrasında Sina Yarımadası'nı Mısır'a geri bıraksa da, geri kalan topraklar üzerindeki işgalini bugüne kadar sürdürdü.

İsrail gerek Golan Tepeleri'nde gerekse de Filistin topraklarında gerçekleştirdiği işgali bitirmeye niyetli değil. İsrail'in aşırı sağcı yönetimi uluslararası kamuoyunun tüm baskısına rağmen 67 sınırlarının gerisine çekilmemek için elinden gelen her türlü zora ve diplomatik hileye başvuruyor.

Aşırı sağcı Benjamin Netanyahu hükümeti Doğu Kudüs'teki yayılmacı politikalarına devam ederken bölgeyi adeta yeni bir şiddet sarmalına doğru sürüklüyor. Washington’un da desteğini arkasına aldığı için Filistinlilere kan kusturmaya devam ediyor.  

Bugüne kadar yaşananlara mesafeli duran Güney Amerika ülkeleri, solcu liderler kuşağının iktidara gelmesiyle birlikte, Filistin’e yönelik politikalarında açılıma gitti. ABD ile mesafeli solcu liderler kuşağını işgal altındaki Filistin ile dayanışmaya iten faktörlerin başında da İsrail'in tüm evrensel kuralları da ihlal ederek kan dökmeye devam etmesi bulunuyor.

Tam da böylesi bir süreçte Barış Görüşmeleri'nin İsrail'in işgalci tutumu nedeniyle kesintiye uğraması solcu liderler kuşağını harekete geçirdi. Güney Amerika'dan gelen bağımsızlık dalgasının giderek yayılması bekleniyor. Filistin'in de yakın bir dönem içinde bağımsızlığını ilan etmesi bekleniyor. Şimdi sıra Filistin'in Ortadoğu ve Arap ülkeleri tarafından tanınmasında.

****

'Ada bölünsün' İngiliz emperyalizminin tezidir

Tıpkı Ortadoğu'da olduğu gibi Kıbrıs'ta da müzakereler çökmek üzere. Yaklaşık iki yıldır adalı liderler arasında sürdürülen müzakerelerden şu ana kadar kayda değer bir ilerleme sağlanamadı. Son bir umut olarak ocak ayının ortalarında yapılacak görüşmelere çevrildi gözler.

Adada çözüm tıkanma noktasına gelirken, birden bire Kıbrıs'ın bölünmesi senaryoları ortaya atılmaya başlandı. Bu senaryo esas olarak ada toprağının yüzde 5'ine yakınını elinde bulunduran ve burada dünyanın en büyük askeri üslerini inşa eden İngiliz emperyalizmi tarafından dillendiriliyor.

Çünkü Akdeniz'in ortasındaki bu küçük adanın stratejik konumu, İngiliz ve Amerikan emperyalizminin bölgesel politikaları açısından elzem niteliğinde.

Son Wikileaks belgeleri de ortaya çıkardığı gibi Kıbrıs, ABD’nin Ortadoğu ve İran’a yönelik senaryolarının merkezinde yer alıyor. Buradan havalanan Pentagon uçakları bölgeyi ablukaya almış durumda. Ada adeta Amerikan ve İngiliz istihbaratının ana karargahı haline getirilmiş durumda.

ABD’nin ve de İngiltere’nin neden kapsamlı bir çözümden yana olmadıkları son gizli raporlarda detaylı bir şekilde görülüyor. Olası bir birliğin adadaki askeri üsleri hedef alacağının farkında olan İngilizler de alttan alta çözümsüzlüğü dayatıyor. Askeri üslerin sorgulanmasını istemeyen Londra, mevcut statükonun devamı için elinden gelen her şeyi yapıyor.

Kıbrıs sorunu bizzat İngiltere'nin inşa ettiği ve yakın döneme ait bir sorun. Bu sorun ellili yılların ikinci yarısı ile birlikte adada bağımsızlık taleplerinin tırmanması üzerine burayı terk etmek zorunda kalan İngilizlerin uluslararası diplomasiye bir armağanı olarak kaldı.

Emperyalist zihniyetin böl parçala yönet mantığıyla ikiye bölünen Kıbrıs'ta, sorun ada liderlerinin de inisiyatifinden çıkmış durumda. Liderlere rağmen toplumlar arasında birlikte yaşam iradesi hiç olmadığı kadar yükselmiş durumda. Ada halkları İngiliz emperyalizminin tuzağına yeniden düşmek istemiyor.