Büyük pişmanlıklar bir yana - ki onlardan da yok değil hayatımda - bir (nispeten küçük) pişmanlığım var ki, hatırladıkça bugün bile

Büyük pişmanlıklar bir yana - ki onlardan da yok değil hayatımda - bir (nispeten küçük) pişmanlığım var ki, hatırladıkça bugün bile yanaklarım kızarır.
Tıfıl bir üniversite öğrencisiyken, bir arkadaşım vasıtasıyla büyük bir şairle tanışmıştım. Doğruyu söylemek gerekirse, her şeyiyle korkunç bir adamdı: kaba, küstah, hırçın ve alabildiğine kendisiyle dolu. Yaşına ve şairliğine duyduğum saygıdan kibarlığımı bozmadım. O kadar toydum ki, belki de kibarlığımı bozma becerim bile yoktu.
Neyse, benim arkadaş şairin asistanı gibi bir şeydi: şiirlerini temize çekiyor, işlerini görüyor, yaşlılık nedeniyle başa çıkamadığı hayatını kolaylaştırmaya çalışıyordu. Bir yandan kendisi de şiir yazdığı için, bir tür ustalık-çıraklık ilişkisi içindeydiler. Şair de arkadaşıma pek düşkündü. Belki de bu nedenle benden hoşlanmadı, bilmiyorum. Bana kaba davrandığını farketsem de, sesimi çıkarmadım. Arkadaşım ona büyük bir hayranlık besliyordu. Duygularını incitmenin anlamı yoktu.
Bir zaman sonra, arkadaşım elinde benim için yazılmış bir referans mektubu ile çıktı geldi. Ufak tefek bir şeyler yazıyordum, bunların bir dergide, hem de bir kültür-sanat dergisinde basılmasını ister miydim? İşte burada elinde tutuyordu, koca şair gönül indirmiş benim için bir referans yazmıştı.
Toydum ama kafam çalışıyordu. Bu işte bir terslik olduğunu seziyordum. Bir sürü sebep sıraladım gitmemek için: ben böyle bir şey istememiştim, bu da nereden çıkmıştı; şair nasıl referans yazmış olabilirdi, beni doğrudürüst tanımıyordu bile; elimde bir mektupla bir editorun önüne çıkmak istemiyordum; yazdıklarımı doğrudan yollasam daha iyi olmaz mıydı, falan filan...
Fakat arkadaşım ısrarlıydı. Ayağıma kadar gelmiş bu fırsatı tepmemem gerektiğini söyledi. Hatta edebiyat dünyasında işlerin nasıl yürüdüğünü bilmediğim için benimle alay etti. Konuştu da konuştu. Sonunda, nasıl olduğunu anlayamadan, kendimi elimde kapalı bir zarfla dönemin önemli dergilerinden birinin kapısında buldum.
Editör, soğukkanlılığı ve mesafesi ile ünlü bir kadındı. Belli ki buralara kolay gelmemişti. Tepeden tırnağa ketenler giymişti, hatırlıyorum. O sıcak yaz gününde pırıl pırıl ve taptaze görünüyordu. Bense yaptığım uzun otobüs yolculuğundan ve oflaya puflaya tırmandığım Babıali yokuşundan sonra kan ter içindeydim. Yakası çarpılmış tişörtüm ve paçaları yerleri süpüren kot pantolonumla pek de muteber bir görüntü arzetmiyordum.
Bir şeyler geveleyerek zarfı ona uzattım. Kendisine kokmuş bir et parçası vermişim gibi bir iğrenme ifadesi ile aldı onu. Şairin yazdıklarını kaşlarını kaldırarak okudu. Bir ara yüzünden bir gülümsemeye benzer bir şey geçti mi, yoksa bana mı öyle geldi bilmiyorum. Zarfı kapatıp masasının üzerine koydu. Öyle bir süre bekledik. Sonunda konuşmaya karar verdiğinde, zaten bildiğim bir şeyi söyledi: başka birinin referansı ile gelmek yerine, yazdıklarımı kendisine yollamalıydım.
Ne kadar haklıydı! Böyle bir hatayı nasıl yapmıştım? Aslında yazdıklarımdan bir iki parça bir şey yanımdaydı. Branda bezinden yapılma yeşil çantamın içindeki dosyayı elimle yokladım. Ama o kadar utanmıştım ki, dosyayı çıkarıp masanın üzerine koymak dünyanın en zor işi gibi göründü bana. Bütün arzum bir an evvel oradan uzaklaşmaktı. Teşekkür edip kalktım. Neyse ki koşmamayı başardım çıkarken. En azından bunu becerebildiğim için kendimi kutladığımı hatırlıyorum.
Mektuba gelince, içinde ne yazdığını hâlâ bilmiyorum. Açıp bakmadım bile. Dedim ya kapalıydı. Ben de ahlâklıydım. Editörün yüzünde oluşan ifadeye bakılırsa, şair için aynısı söylenemezdi.
Şair artık hayatta değil. Editör ise ilerleyen yaşına rağmen bugün de o zamanki kadar itibarlı, sarışın ve kusursuz.
Bense işte üç aşağı beş yukarı yine aynı ‘ben’im. O pişmanlığı da diğerlerinin yanına koyup yoluma devam ettim. Ama o kadının acımasız bakışları altında nasıl terlediğimi hatırladıkça hâlâ utanırım. Ne zaman ‘edebiyat dünyası’ lafı geçse, aklıma o buzlar kraliçesinin karşısında kabahat işleyip de müdürün odasına çağrılmış bir öğrenci gibi duruşum gelir hep.
 Düşünüyorum da, galiba kendimi bunun için hiç affetmedim.