Eğer soru, “(dünyada) genel durum ne?” şeklindeyse, verilecek yanıtın ilk bölümü kesinleşmiş gibidir...

Eğer soru, “(dünyada) genel durum ne?” şeklindeyse, verilecek yanıtın ilk bölümü kesinleşmiş gibidir: Dünya kapitalizmi kriz içindedir; üstelik bu kriz, sürdürülebilirliği fazla tartışılmayan bir modelin gelip geçici krizlerinden biri değil, doğrudan modelin kendisinin krizidir. Tıbba atıfta bulunarak şöyle de söylenebilir: Eğer virüs bünyeye yerleşikse, “oportünist hastalıklar” sürekli gelip çatar; “mortgage krizi”, “borç krizi”, “Euro krizi” vb. vb.
Bu durumda, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yerleşiklik kazanan model 1970’lerde nasıl bir noktaya gelip tıkanmış, “sürdürülemez” hale gelmişse, onun yerini alan ve “işte budur” diye cümle âleme ilan edilen model de bugün aynı noktaya gelmiştir.
Peki, krize, krizin tezahürlerine karşı tepkiler için neler söylenebilir?
Bu sorunun yanıtında, belki de “ince” denebilecek bir ayrıma bakmakta yarar vardır. Krizin vurduğu, durumlarını sarstığı toplum kesimlerinin ilk ve bir ölçüde kendiliğinden tepkileri ile kriz karşısında yönetimlerin başvurdukları siyasal önlem ve düzenlemelere yönelik tepkiler, aralarında belirli bir süreklilik olsa bile farklı düzlemlerde ele alınmalıdır.
Krizin darbesine maruz kalan kesimlerin ilk ve kendiliğinden tepkileri doğal olarak “protesto” sınırları içinde kalacak, kimi sembolik öğelere ağırlık verecek, geleneksel örgütlenme modellerine pek itibar etmeyecek, somut-reel bir alternatif önermeyecektir. Dahası, tıkanma noktasına gelen modeldeki başat özellik finans sektörünün aşırı şişmesi olduğundan, tepkilerin toplumsal temeli de orta sınıfın çeşitli kademelerine kadar uzanan, hatta bunların görece ağırlık taşıdığı bir “çeşitlilik” içerecektir.
Bu, bir “küçümseme” veya “eleştiri” değildir; böyle olması “normal”, “kaçınılmaz”, hatta “iyidir…”
Bu arada unutulmasın: Kriz ortadayken ve daha da derinleşecek gibi görünürken, kuşkusuz yönetimler de birtakım önlemlere başvuracak, kimi düzenlemelere yönelecektir.
Bu önlem ve düzenlemelerin mahiyeti de aşağı yukarı belli olmuştur: Dünya kapitalizmi, krizin seyri içinde “hızlı”, “etkili” ve “nokta” önlemler alabilmek için, dediği dedik çaldığı düdük dar bir teknokrat çevrenin öne çıktığı, otokrat-despotik bir siyasal yapılanmaya yönelecektir.
Asıl mesele, krizin ilk ağızdaki “çıplak” sonuçlarının sillesini yiyen ve tepkilerini ortaya koyan kesimlerin veya kitlelerin bu yönelim karşısında ne yapacağı, nasıl tepki vereceğidir. Çünkü böyle bir yönelime karşı duruşun gene “protesto” sınırları içinde kalıp sembolik öğelerle yetinmesi, örgütlenmeyi gevşek tutması ve somut-reel alternatiflerden kaçınması, fazla etkili olmayacak, karşı tarafı da fazla rahatsız etmeyecektir.
Tamam, ilk tepki dalgasında “Wall Street işgal edilsin!” denmişti; peki, yeni siyasal yapılanmaya yönelik tepkiler yükseldiğinde (yükselirse) “işgal edilecek” yer neresi olmalıdır?

***
Günümüzde, karşı hareketlenme, tepki, protesto vb ötesinde kapitalizmden kopuşun da ancak ve ancak küresel ölçekte gerçekleşebileceği, küresel ölçekte olmayan her siyasal kopuşun makûs bir talihle yüz yüze kalacağı şeklindeki kötümser determinizmde, “küreselleşme” denilen olgunun ideolojik amaçlarla abartılmasının ve bu abartının solu bir ölçüde etkilemiş olmasının da payı vardır.
Kapitalizmin krizinin küresel olması, hiç kuşkusuz “ekonomik anlamda” kimi zayıf halkalar yaratmıştır. Ancak tarihte, salt ekonomik zafiyet nedeniyle sistemden kopan herhangi bir halka olmamıştır.
Az önce, kapitalizmin, kriz zafiyetini “idare edilebilir” kılacak siyasal önlemlere ve düzenlemelere başvurduğu/başvuracağı söylenmişti.
İşte, herhangi bir halka zincirden kopma noktasına gelecekse, bunu sağlayacak olan, önlemlerin ve düzenlemelerin belirli bir ülke ölçeğinde bürüneceği özgül biçim ve buna yönelik tepkilerdir.
Doğru, öyle her halka “zayıf halka” değildir; ama öyle zayıf halkalar vardır ki, bir koptuklarında çıkardıkları kıvılcım bozkırın büyük bölümünü gerçekten tutuşturabilir.